Dış politikada dağınıklık

TÜRK dış politikası, belki de hükümet ve yetkili kurumlar gereken ölçüde ve zamanında aydınlatma görevini yerine getirmedikleri için, sık sık ürkütücü bir dağınıklık manzarası sergilemektedir.

Çelişkilerle dolu resmi açıklamalar, hepsi birbirinden daha fazla heyecan verici gazete manşetleri, ciddi tartışma yerine ideoloji ve dogma düellolarına dönüşen televizyon programları, hayal gücünün sonsuz olduğunu ispatlayan fantezi çözüm formülleri ve geçmişe dönük nostalji hıçkırıkları, kamuoyunun Türkiye'nin dış siyaseti hakkında doğru bir fikir edinmesine imkán bırakmamaktadır. Meclis Dışişleri ve Milli Savunma Komisyonları'nda hükümet adına yapılan son açıklamalar ise dış politika konularına aşina olduklarını zannedenleri bile şaşkına çevirmiştir. Kimin kendi adına, kimin yönetim adına konuştuğunu ayırt etmek artık son derece zordur.

Irak politikasını ele alalım. Başbakan'ın Arap ülkelerini ziyaretinin, uzun zamandan beri kopmuş olan bir diyaloğun yeni canlandırılması gibi olumlu bir yönü vardır. Fakat bunun dışında bir etkisi olmamıştır. Üstelik ziyaretlerin boyutlarını yapay olarak büyütme eğilimi Türkiye'nin ABD'ye karşı politikasını sorgulayan bir ortamı kolaylaştırmıştır. Kuvvet kullanımının ciddi bir opsiyon olduğu algılamasını Saddam'da yaratmanın savaşın önlenmesi açısından önemi göz ardı edilmiştir. Türkiye'nin ABD askeri hazırlıklarını geciktirmesi bu açıdan isabetli bir politika sayılamaz. Bunun yanında, güvenlik çıkarları tehdit altında kalmadıkça, Türkiye'nin doğrudan savaşa müdahale etmeyeceği mesajı da bir türlü açıkça verilememiştir.

* * *

Kıbrıs politikamızda da aynı bocalama görülüyor. Bundan üç gün önce Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Kıbrıs politikamızın ‘‘gerçekçi ve Kıbrıs Türk halkının istikrarına yönelik olarak’’ gözden geçirileceğini açıkladı. Aralık AB zirvesinden önce yapılması gereken bir gözden geçirmeye nihayet karar verilmesi sevindiriciydi. Üstelik sözcü, bu konuda Türkiye ile KKTC arasında bir görüş ayrılığı bulunmadığını vurguluyordu. Ne var ki hemen hemen aynı anda Cumhurbaşkanı Denktaş tam aksi yönde konuştu. 28 Şubat'a kadar uzlaşmaya varılması olasılığına neredeyse kapıyı kapattı ve uyardı: ‘‘28 Şubat'ta imzayı at diyenlere sesleniyorum, ellerini vicdanlarına koyarak kendileri atabilirlerse gelip atsınlar.’’ Unutmamak gerekir ki, ortada dolaşan ve Denktaş'ın destek verdiği bir de model var. Bu model, bir çözüme varılsa bile, Güney Kıbrıs'ın tek başına AB'de kalmasını, çözümün uygulanmasının Türkiye AB'ye girinceye kadar dondurulmasını ve o tarihe kadar Kuzey Kıbrıs'a AB müktesebatının tatbik edilmemesini öngörüyor. İlk bakışta cazip gelen bir buluş, fakat bir basit pürüzü var: Kıbrıs Rumlarının buna niçin razı olabilecekleri anlaşılamıyor. Şimdiki aşamada çözümsüzlüğe razı olup, ileride AB'ye üye olmak için Türkiye'nin Kıbrıs'ta bir çözüm bulmaya mecbur kalmasını beklemek daha çok işlerine gelmez mi? O zaman pazarlık kozları daha yüksek olmaz mı? Bir nokta daha: Bu formül Kıbrıs Türklerini AB'nin nimetlerinden uzun yıllar mahrum bırakacaktır. Kendilerine sormadan buna hakkımız var mı?

* * *

Son zamanlardaki dış siyasetimizin bir özelliği de sorunlar arasındaki etkileşimi tamamen ihmal etmesidir. Sanki AB, Kıbrıs ve Irak arasında hiçbir bağ yokmuş gibi her konuda birbirinden bağımsız politikalar güdüyoruz. Oysa her üç konu da çok yakından irtibatlıdır. Avrupa Birliği'nin nazarında Kıbrıs'ta iki milletin ortaklığına dayanan bir çözüm Balkanlar'daki sorunların olduğu kadar Ortadoğu'daki sorunların çözümüne, özellikle Irak'ın yeniden yapılanması sürecine katkıda bulunacaktır. Kıbrıs'ta çözümsüzlük ise etnik ayrılık eğilimine ivme verebilir. Bunun Türkiye'nin çıkarlarına da çok ters düşeceği açıktır. Diğer taraftan, Kıbrıs'ta çözümsüzlük, AB ile üyelik müzakerelerine engel olmasa bile son aşamada çözüm bulunmadan AB üyeliğine kabulümüz söz konusu değildir.

13 Aralık'ta vahim bir hata işlediğimiz gittikçe daha iyi anlaşılıyor. Zararımızı kabil olduğu kadar azaltmak daha geniş bir vizyon, daha eşgüdümlü bir politika ve daha etkin bir karar mekanizması gerektiriyor. Bir şey daha, artık geçmişte kaybettiklerimizi unutalım ve ileriye bakalım. Bunu bize öğretmek için Atatürk çok uğraşmıştı.
Yazarın Tüm Yazıları