Paylaş
SOVYETLER Birliği devrinde Rusya'da sansür vardı, medya devlet tekelindeydi ve en ufak bir eleştiriye izin verilmezdi. Buna rağmen tiyatro ve mizah dergilerine karşı bir nebze hoşgörü gösterilirdi. Ünlü Krokodil dergisinde gördüğüm bir karikatürü hiç unutmam: Kalantor bir memur bürosunda oturmuş, karşısındaki çelimsiz ve ürkek vatandaşa ‘‘Seninle hiç anlaşamıyoruz, ben hep sana yarın gel diyorum, sen hep bugün geliyorsun’’ diyordu. Eziyet kültürünün çarpıcı bir tasviri.
***
Eziyet kültürü Osmanlı devrinden bize de miras kaldı. Bunun uygulamalarını yaşamayan vatandaş yok gibidir. Uzun yıllar önce, Türkiye'de 1950'lerde görev yapmış bir İngiliz diplomatı, Türkiye'nin Kürt kökenlilere kötü muamele ettiğini kanıtlamak için iki ay at sırtında Güneydoğu'yu dolaştığını ve şu sonuca vardığını bana anlatmıştı: ‘‘Biz İngilizler çok yanılmışız. Sizin devletiniz Türkler ile Kürtler arasında hiç ayrım yapmıyor. Her ikisine de aynı derecede kötü muamele ediyor.’’ ‘‘Vatandaş muamelesi’’ bizde yerleşmiş bir deyim değil midir? Özal'lı yıllarda devletin vatandaşa davranışını değiştirmek için bir hayli mücadele verildi ve mevzuatın katı kalıpları ile haşin bürokratik zihniyet bir ölçüde değişti. Son zamanlarda ise eskiye dönüş bariz şekilde gözleniyor. Geçen ay Ankara'da TÜSİAD ile hükümet üyeleri arasında yapılan toplantıda, TÜSİAD adına sorulan şu soru çok yerinde idi: ‘‘Liberal misiniz, yoksa devletçi misiniz, artık karar veriniz.’’ Sade ekonomik alanda değil, fakat diğer alanlarda da devletçi dürtülerin çok kuvvetli olduğunda kuşku yok. Bugünkü koalisyonun yapısı böyle.
***
En düzenli bir şekilde mükellefiyetlerini yerine getiren vatandaşlar bile arada sırada tatsız davranışlarla karşılaşıyorlar. Hatanın kendisinde olduğu ihtimalinin kuvvetli bulunduğu hallerde dahi bürokrasi otomatik olarak vatandaştan şüphelenir ve onu derhal baskı altına alır. Geçenlerde ben de benzer bir olay yaşadım. 25 Aralık Pazartesi günü sabah erkenden yurtdışına çıkacaktım. Üç gün önce cuma günü, mesai saati tam bittiğinde bir ödeme emri geldi. Bunda geriye dönük deprem vergisinin sondan bir evvelki taksidini ödemediğim belirtiliyor ve ödemenin 7 gün içinde yapılması isteniyordu. Elimde bu ödeme ile ilgili banka dekontu vardı, fakat o saatten sonra nereye başvurabilirdim? Tatil sonrasında gereken işlemi yapmamda tabii bir sakınca yoktu. Fakat öyle şartlanmışız ki birdenbire hakkımda yurtdışına çıkma yasağı alınmış olması ihtimali aklıma geldi. Hemen yakınımız bir avukata telefon ettim. Meğer bu yasak mütevazı rakamlar için değil, çok daha yüksek rakamlar için söz konusu imiş.
***
Ödeme emri çok ilginçti. Zamanında ödeme yapmazsam hapis dahil başıma gelecekler sayılmaktaydı. Fakat dikkatimi çeken asıl nokta şu oldu: İstenecek bilgileri zamanında vermeyenler ‘‘100 liraya kadar hafif para cezası ile cezalandırılırlar’’ deniyordu. Besbelli on yıllar önce düzenlenmiş bir metin. Oysa daha birkaç gün önce yere tükürenlerin veya sokağa çöp atanların 460 milyon para cezası ödeyecekleri televizyonlarda ilan edilmişti. Cezalar arasındaki dengesizlik inanılmaz boyutlarda. Bir misal daha mı istersiniz? Kırmızı ışıkta geçen ve yayaların hayatını tehlikeye atan taşıt sürücülerine verilen ceza 36 milyon lira. Hangisi daha vahim: Sokağa çöp atmak mı, yoksa kırmızı ışıkta geçmek mi? Tıpkı son meşhur af kanununda olduğu gibi, daha hafif suç işleyenler daha fazla cezalandırılıyorlar.
***
Devlette hoşgörü kültürü olmayınca, toplumda da olmuyor. Örneğin, trafik kurallarına uyma derecesi bir ülkenin gelişmişliğini gösteren bir kıstas. Avrupa ülkelerinde, Yunanistan hariç, trafik lambaları bulunmayan yaya geçidinden birisi geçmeye hazırlandı mı otomobiller derhal durur. Bizde ise ezilme tehlikesini göze alamıyorsanız bu geçitlerin mevcudiyetini unutsanız iyi edersiniz.
***
Eziyet kültürünü sadece devletten değil, fakat toplumdan da silmek gerekiyor.
Paylaş