Paylaş
10 MAYIS tarihli Le Figaro Gazetesi'nde Fransa'da 14 yıl cumhurbaşkanlığı yapan François Mitterand'ın vizyondan yoksun olduğunu ileri süren bir yazı vardı. Gazete Mitterand'ın Almanya'nın birleşmesi, Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve Yugoslavya'nın parçalanması gibi gelişmelerde vahim şekilde aldandığını vurgulamaktaydı. Gerçekten de Mitterand Berlin Duvarı yıkılınca Almanya'nın birleşmesini önlemek için bir ara Sovyetler Birliği ile ortak harekete yeltenmiş, 1991 Ağustosu'nda Gorbaçov'a yapılan darbeyi bazı bizim uzak görüşlü(!) aydınlar gibi içine sindirmiş, Yeltsin'e Fransa'ya geldiği zaman haysiyetini kıracak davranışlarda bulunmuş ve Yugoslavya'nın dağılmasını önleyebileceği hayaline kapılmıştı. Fakat Fransa bütün bu muhteşem hatalardan fazla zarar görmedi, çünkü AB içinde çok kuvvetli bir pozisyonu vardı ve Mitterand geri çark etmekte çok mahirdi.
***
Gerçekten büyük devletlerin liderleri, özellikle ABD örneğinde görüldüğü gibi, hata yapmak lüksüne sahiptirler. Liderlerinin hataları için en ağır bedeli ödeyenler küçük devletlerdir. Le Figaro'daki yazıyı bu açıdan irdelerken 1972 yılında rahmetli İsmet İnönü ile bir konuşmamı anımsadım. O tarihte yeni atandığım Moskova'daki görevime gitmeden kendisini ziyaret etmiştim. İnönü, Sovyetler Birliği hakkında yeni çıkmış olan bir kitaptan haberim olmadığı için beni bir güzel azarladıktan sonra sözü Kıbrıs'a getirerek ‘‘Biliyor musun, bir şeyle iftihar ediyorum. Orduyu Kıbrıs'a göndermedim’’ dedi. İlk başta şaşırtıcı bir ifade. Ben de ilk önce garipsedim, ancak sonra kendi kendime şu tahlili yaptım. İnönü ordunun başarılı bir harekát yapabileceğinden emin değildi ve Başbakan olduğu 1964 yılında bu kaygı haksız sayılamazdı. Fakat İnönü, aynı zamanda ordu başarılı bir müdahale yaptığı takdirde dahi, bunun politik yansımaları ile siyasi iktidarların başedemeyeceğinden endişe duyuyordu. Soruna taktik değil, politik strateji açısından deneyimli bir devlet adamının gözüyle bakıyordu.
***
Yanlış anlaşılmasın. Bu demek değildir ki İnönü sağ olsaydı 1974 müdahalesine karşı çıkardı. O yılın yazında Yunanistan hükümeti açıkça Ada'yı ilhak etmeye teşebbüs etmişti. Müdahaleden başka çare yoktu, ordu 10 yıl öncesine nazaran çok daha hazırdı ve Yunanistan'da bir diktatörlüğün mevcudiyeti büyük bir siyasi avantaj sağlıyordu. Ecevit uzun siyasi hayatının nadir yerinde kararlarından birini aldı. Ancak müdahalenin uzun süreli politik sonuçları iyi değerlendirilmedi. Barış Harekátı bir yandan Kıbrıs'ta fiili durumu Türkiye lehine çevirirken diğer yandan Yunanistan'da demokrasinin avdetine yol açmıştı. Bir demokrasi kahramanı olarak algılanan Karamanlis prestijinden yararlanarak Yunanistan'ın Avrupa Birliği'ne girmesini sağlayacak zemin hazırladı. Başka bir deyimle Türkiye, Kıbrıs'ta avantaj sağlarken Türk-Yunan siyasi denklemi Yunanistan'ın lehine gelişiyordu. Bunu önlemenin yolu vardı: Kıbrıs'taki askeri başarıyı vakit geçirmeden gerçekçi bir çözümle perçinlemek ve buna paralel olarak Yunanistan gibi AB üyeliği için hemen başvuruda bulunmak. Siyasi vizyonun bu gereğini ne Ecevit ve ne de Demirel görebildiler. Onlar için artık öncelik iç politikaydı. Büyük bir fırsat kaçırıldı.
***
Geçmiş hatalar için dövünmenin bir faydası olamaz. Fakat aynı hataları tekrar etmemek gerekir. Şimdi yine önümüzde Türkiye'nin olduğu kadar Kıbrıslı Türklerin de kaderini tayin edecek kararlar arifesindeyiz. Artık kısa sürede bir çözüme varılamazsa ve AB ülkeleri bu durumdan Türkiye'nin sorumlu olduğuna açıkça kanaat getirirlerse, Güney Kıbrıs'ın AB'ye kabul edileceği kesin. Türkiye yine o zaman tarihi bir fırsatı kaybedecek ve çok ağır bir bedel ödeyecek. Türkiye'nin AB için KKTC'yi feda etmeyeceğini, edemeyeceğini herkes biliyor. Buna karşın biz de 1974'te elde edebileceğimiz kadar iyi bir çözüm sağlayamayacağımız bilincine varmalıyız. Dengeli ve gerçekçi bir çözüm lazım. Bunun da vazgeçilmez önkoşulu devlet adamlığı ve siyasi cesaret.
Paylaş