CHP, AB üyelik sürecini destekliyor mu, yoksa köstekliyor mu? Kabul etmek gerekir ki genel izlenim, CHP’nin üyelik yolunda hükümete zorluk çıkartmak için elinden geleni yapmaktan çekinmediğidir. Avrupa’daki algılamanın da çok olumlu olmadığını biliyoruz.
Avrupa sosyal demokrat partilerinin, CHP’yi sosyal demokrasi felsefesinden tamamen uzaklaşmış bir parti olarak algıladıkları sır değil. Partinin özellikle diplomat kökenli mensupları, uluslararası forumlarda Ermeni ve Kürt sorunlarındaki tezlerimizi savunmak amacıyla çok çaba harcadıklarında ısrar ediyorlar.
Söylediklerinin doğru olduğuna kuşku yok. Fakat temelde problem, çok yetenekli birkaç milletvekilinin bireysel performansları değil, partinin kurumsal yaklaşımı ve siyasetidir.
* * *
CHP’nin ne kadar gerçekleri reddeden, politik realizmden uzak bir zihniyette olduğunu gösteren örnekler saymakla bitmez. Bunlardan bir tanesine değineceğim. CHP lideri geçenlerde Avrupalı parlamenterlerle görüşürken, meşhur Lipponen mektubunda Kıbrıs konusunun bir politik kriter teşkil etmediği yolunda Türkiye’ye verilen sözün tutulmadığını ileri sürmüş.
Evet, Helsinki zirvesinde dönem başkanı olan eski Finlandiya Başbakanı, 10 Aralık 1999 tarihli mektubunda Kıbrıs’ta bir çözümün Kopenhag kriterleri arasında bulunmadığını, sadece politik diyaloğun bir parçası olduğunu vurguluyordu. Fakat politik diyaloğun kriterlere uyulması ile paralel bir süreç sayıldığı gayet iyi bilinmekteydi.
Kaldı ki Lipponen mektubu, Güney Kıbrıs’ın çözüm olmasa bile AB’ye katılabileceğini belirten Helsinki Zirvesi sonuçları belgesindeki 9(b) paragrafını değiştirmiş değildi. Lipponen mektubu ne derse desin, Güney Kıbrıs bütün Ada’yı temsilen bir kere AB’ye katıldı mı, Kıbrıs meselesi çözümlenmeden Türkiye’nin AB üyesi olamayacağı açıktı.
Güney Kıbrıs’ın tek başına AB üyesi olmasını ve politik denklemi ağırlıklı olarak kendi lehine çevirmesini önleyecek tek çare, Nisan 2003’te Kıbrıs Rumları Katılım Antlaşması’na imza atmadan, federasyon ve iki bölgelilik temelinde bir çözüme varılmasaydı.
* * *
AB ve ABD’nin de desteklediği Annan Planı’nın stratejik amacı, bundan başka bir şey değildi. CHP ise Annan Planı’na karşı bütün bataryalarını ateşliyordu. Nisan 2003’ten önceki fırsat kaçırıldı. Daha sonra, 2004 Nisan ayında Kuzey ve Güney Kıbrıs’ta yapılan referandumda AKP, Annan Planı’nı desteklerken CHP yine buna şiddetle karşı çıktı.
Kuzey Kıbrıs halkı CHP’ye uyarak referanduma Kıbrıs Rumları gibi hayır deseydi, KKTC, geç kalındığı için elde ettiği sınırlı avantajlardan dahi mahrum kalacaktı. Mehmet Ali Talat, Washington’a davet edilemeyecek, KKTC’nin ayrı siyasi kimliğinin daha belirginleşmesi sağlanamayacak, Kuzey Kıbrıs’ın izolasyonuna neden olan ulaşım ve ticaret alanındaki kısıtlamaların kaldırılması için girişim yapılamayacaktı.
Kıbrıs Türkleri, ekonomik gelişmelerini de hızlandıran bir özgüvene kavuşamayacaklardı. Kıbrıs Türklerinin self-determinasyon hakkı, uluslararası alanda tescil edilemeyecekti.
* * *
Bugünkü politikasıyla CHP’nin gerek AB üyeliği, gerek Kıbrıs meselesinde yapıcı bir rol üstlendiği söylenemez.
Bakalım CHP, Gümrük Birliği’ni Güney Kıbrıs’a da teşmil eden protokol TBMM’ye geldiği zaman nasıl bir tutum takınacak?
Keşke bu vesileyle hakkında yanıldığımızı kanıtlayabilse.