Paylaş
BİR kere daha yazdım. Bence derin devlet, zayıf devlet demektir. Bir parlamenter demokraside, Meclis'in çıkardığı yasalar çerçevesinde ve yine Meclis'in siyasi kontrolü altında devleti hükümet yönetir. Silahlı Kuvvetler, bürokrasi ve gizli servisler onun kontrolü altındadır. Onların icraatının tümünden hükümet sorumludur. Türkiye'de ise demokratik nitelikleri tartışmalı kanunlar, koalisyon hükümetlerinin kaçınılmaz zaafları, parti liderlerinin iktidarlarını sürdürmek için her türlü uzlaşmaya hazır olmaları, bakanların görevlerinin gerektirdiği deneyim ve yeteneklere genellikle sahip olmamaları gibi nedenlerle, devletin yönetimi hükümetin elinden kaçmakta ve politikayı uygulamaktan sorumlu birimler ve kurumlar politika üretmeye yönelmektedirler. Bu kurumlar, çok kere meselelere kendi sorumluluk alanlarının daha dar açısından bakarak, birbirine zıt görüşleri kamuoyuna aktarmakta da bir sakınca görmüyorlar. Hükümet ise, belirgin ve tutarlı bir stratejisi ve politikası olmadığı için bocalayıp duruyor.
***
Kürtçe radyo ve televizyon yayınları sorunu, devlet mekanizmasındaki karmaşanın en son örneğini gözler önüne serdi. MİT; Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı'nın tutumları ile esasen ahenkli olan bir görüşü her nedense basına ayrıca gösterişli bir şekilde açıklamak gereğini duydu. Buna karşın Genelkurmay, bunun tam tersi gibi algılanan bir tutum takındı. Bunu üstelik, Başbakan Nice'te AB zirvesindeyken yaptı. Ben zamanlamada bir kasıt olabileceğine başından beri inanmadım, fakat gözden kaçan bir dikkatsizlik olduğu muhakkak. Neyse Genelkurmay Başkanı'nın Başbakan'ı ziyaretiyle yanlış anlamaların giderildiği anlaşılıyor. Hiç değilse bundan sonra medya vasıtasıyla çeşitli seslerin yükselmesinden ve tartışmaların alenen yapılmasından daha kötü bir politika oluşturma yöntemi olamayacağı daima hatırlanmalıdır.
***
Sorunun özüne gelince, Kürtçe radyo ve televizyon yayınları hakkında iki yaklaşım gözleniyor. PKK olgusuna kilitlenmiş bir görüşe göre, terör örgütünün istekleri arasında olan herhangi bir adım atılmamalı. Böyle bir adım, PKK'nın siyasallaşması sürecini süratlendirir ve yeni yeni taleplere yol açar. Diğer bir görüşe göre ise, Kürt sorununun terör yönü geniş ölçüde çözümlenmiş olduğuna göre, daha geniş bir sosyal uzlaşma ve barış ortamı tesis etmek için, ekonomik ve sosyal önlemlere ek olarak kültürel kimlik algılamalarından kaynaklanan duyarlılıklara ve beklentilere bir ölçüde cevap verilmelidir. Bu sonuncu yaklaşımın üniter devlet kavramını zayıflatacağını söylemek de zordur. Avrupa'da sadece Fransa değil, fakat İngiltere ve İspanya bile üniter devlet oldukları halde kültürel çeşitlilikten bir zarar görmemişlerdir. AB içinde zaten başka çare yoktur.
***
Siyasallaşma tehlikesinde ısrar edenlerin şu soruyu kendilerine sormaları iyi olur: Siyasallaşma bugün esasen mevcut değil mi? Radyo ve televizyon yayınları siyasallaşma sürecini süretlendirir mi, yoksa onun elinden önemli bir silahını mı alır? Kaldı ki AB'nin bizden istediği ‘‘Türk vatandaşlarının kendi anadillerinde radyo-TV yapmalarını engelleyen bütün yasal hükümlerin kaldırılması’’dır. Bu hükümler kalkarsa sadece Kürtçe değil, fakat bütün diğer ana dillerde yayın yapılabilecektir. Ve bunda yarar vardır. Varsayalım ki Balkanlar'dan ve Kafkasya'dan gelen göçmenlerin çocukları kendi anadillerinde yayın yapmak istediler. Bunun ne tehlikesi olabilir? Onların bu ülkeye ne kadar derinden bağlı olduklarını bilmiyor muyuz? Diğer taraftan, çeşitli anadillerde yayın yapılırsa ülkede ikilik görüntüsüne yer verilmeyeceği gibi, Türkçe'nin milleti birleştiren tek dil olduğu daha fazla vurgulanmış olacaktır.
***
Kalıplaşmış politikalardan ayrılmanın bazı rizikoları daima vardır. Fakat o politikalarda ısrar etmenin rizikoları daha fazla ise tercihte tereddüt edilmemelidir.
Paylaş