Paylaş
İki erdemi bağdaştırmak her zaman kolay olmuyor. Türkiye demokrasi ile cumhuriyetin temelinde yatan değerlerin çatışmasına sahne olan bir ülke. Değerleri korumak için almak mecburiyetinde kaldığı önlemler Avrupalılar ve hatta ABD tarafından eleştiri ve bazen de kınama konusu oluyor.
***
Oysa bugün aynı açmazı dramatik bir şekilde Avrupa Birliği yaşamakta. Avusturya'da Halk Partisi ile Jörg Haider'ın Nazi sempatizanı ve yabancı düşmanı olarak algılanan ve AB'nin genişlemesine karşı gelen ‘‘Özgürlük Partisi’’ arasında bir koalisyon kurulması olasılığı ortaya çıkınca, AB'nin tepkisi beklenmedik ölçüde şiddetli oldu. Avusturya dışındaki 14 üye adına dönem başkanı Portekiz Başbakanı Antonio Guterres zehir zemberek bir açıklamayla ‘‘Avrupa ailesinin temel değerlerine saygı duymayan’’ Haider'ın partisi iktidara ortak olursa Avusturya'nın yalnızlığa itileceğini, Viyana'yla siyasal düzeyde temasların kesileceğini, Avrupa başkentlerindeki Avusturya Büyükelçileri'nin ancak teknik düzeyde temaslar yapabileceklerini duyurdu. AB Komisyonu Başkanı Prodi, tepkiyi paylaşmakla beraber AB ile Avusturya arasındaki kurumsal ilişkilerin sekteye uğramayacağını açıkladı.
***
İşin ilginç tarafı, AB içinde Avusturya'nın tecridi politikasında başı Fransa ve Belçika'nın çekmesi. Her iki ülkede de aşırı sağ partiler var. Fransa'da Le Pen'in liderliğindeki ‘‘Milli Cephe’’, Belçika'da ise ‘‘Vlaams Blok.’’ Bunların meşruiyeti hiç tartışılmamıştı. 1994'te İtalya'da aşırı sağcı ‘‘Milli İttifak’’ Partisi iktidara ortak olunca önlem almak kimsenin aklına gelmedi. Haider'ın oyların % 27'sini topladığı son seçimlerin demokratik bir şekilde cereyan ettiğinden kuşku duymaya da imkán yok. Avusturya kamuoyu bu nedenle AB'nin tavrına karşı bir savunma refleksine girdi. Jörg Haider'ı tasvip etmeyenler ve hatta ona şiddetle muhalefet edenler bile AB'nin müdahalesini kabul edilemez bir davranış olarak gördüler.
***
Ne var ki, Avusturyalılar ne kadar unutmak ve unutturmak isterlerse istesinler, Avrupalılar'ın belleğinde, Hitler'in bir Avusturyalı olduğu ve Almanya'da serbest seçimlerle iktidarı ele geçirdiği hatırası hálá canlı. O zaman da muhafazakárlar nasyonal-sosyalist partiyi yanlarına almakla onu daha kolay bertaraf edebileceklerini sanmışlardı.
***
Avusturya milletinin bir sorunu, geçmişiyle bugüne kadar yüzleşmemiş olmasında yatıyor. 1938'de Almanya ile birleşmeyi coşkuyla karşılamıştı. İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudiler'e ve diğer milletlere karşı girişilen zulüm ve katliamlara bazı Avusturyalılar Alman Nazilerinden bile daha fazla şevk ve gaddarlık güdüsüyle katılmışlardı. Buna rağmen Avusturya, kendisini, savaştan sonra aslında şeriki olduğu Nazi Almanyası'nın mazlumu gibi göstermeye kalkıştı ve geniş ölçüde başarılı oldu. Tarihten kaçışın Haider'ın demagojisine elverişli bir ortam yarattığını ileri sürenler var.
***
Avrupa Birliği ile Avusturya arasındaki buhran ne şekilde sona ererse ersin, AB tarihinde yeni bir sayfa açmış bulunuyor. Bugüne kadar AB'nin uluslarüstü yetkileri ekonomik ve parasal alanla sınırlıydı. Şimdi bir bakıma kavramsal bir evrime şahit oluyoruz. Entegrasyon hareketi, üye ülkelerin iç politikalarını da kapsayan bir boyuta varmak istidadında. Önümüzdeki yıllarda henüz demokrasileri genç olan ülkeler AB'ye katılacaklarından bu boyutun daha kapsamlı bir hale gelmesi beklenebilir. Ancak siyasal konularda egemenlikten feragatin çok daha zor olduğu ve politik değer yargılarında her zaman görüş birliği sağlanamayacağı unutulmamalıdır. AB bir Pandora kutusu açmış olmasın!
Paylaş