Paylaş
TÜRKİYE kadar siyasal gündemi şaşırtıcı bir süratle ve her defasında bir kriz bulutunu peşinden sürükleyerek değişen bir başka ülke bulmak herhalde zor. Şimdi de, Başbakan Ecevit, Kanun Hükmünde Kararname buhranının artçı bir şoku olarak birdenbire Cumhurbaşkanı'nın yetkileri meselesini ortaya attı. Bir Pandora kutusu daha! Demirel zamanında hatta yetersiz görülen Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin kısıtlanması tartışması başlatıldı. Demirel'in, bu yetkilerden de kuvvet alarak, ciddi açmazlar karşısında demokratik sistemin temelinden sarsılmasını önleyen basiretli ve etkin müdahalelerde bulunduğu bir anda unutuluverdi.
***
Ecevit ölçülü konuşmaya özenmekle beraber, Cumhurbaşkanlığı ile hükümet arasında yetki belirsizlikleri giderilmezse ‘‘... devletin işleyişinde başka sorunlar çıkar. Geçirdiğimiz olay bu çelişkileri ortadan kaldırma gereğini göstermiştir’’ dediğine göre, niyeti artık bellidir. Ecevit, Sezer'in Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin aşırı olduğu yolunda daha önceki sözlerini de koz olarak kullanmak istiyor. Cumhurbaşkanı ise, engin deneyimleri olan politikacılarımız gibi eskiden söylediklerini unutmak itiyadında olmadığından, kendi görüşlerine sahip çıktı.
***
1982 Anayasası'nın Cumhurbaşkanı'na verdiği yetkiler prensip bakımından kuşkusuz tartışmaya açıktır. Özellikle, sorumsuz bir Cumhurbaşkanı'nın yürütme işlevini paylaşmasının yerinde olmadığı ileri sürülebilir. Ancak her devletin Anayasa prensipleri milli tarihinin tecrübeleri ışığında değerlendirilmelidir. Türkiye'de Cumhurbaşkanı'nın yönetime ortak olması ya çok partizan hükümetlerin icraatını bir derecede frenlemek veya siyasi istikrarsızlık devirlerinde boşluğu kısmen önlemek amacına yöneliktir. Cumhurbaşkanı'na bu yetkilerin tanınmış olmasının şimdiye kadar ülkeye zarar verdiği söylenemez.
***
Sezer, Anayasa Mahkemesi üyelerinin Cumhurbaşkanı'nca seçilmesini de sakıncalı gördüğünü açıklamıştı. Peki, Cumhurbaşkanı'nın elinden bu yetki alınırsa mahkeme üyelerini kim seçecek? Yargıçlar arasında kooptasyon sistemi herhalde ideal bir çözüm şekli olmaz, bir yargıçlar iktidarına götürür. Demokrasi hiçbir kurumun tam bağımsızlığı ile bağdaşmaz. Hükümetin Meclis'in onayı ile veya Meclis'in resen atama yapması ise, hele bugünkü koşullar altında, yargıyı tamamen siyasallaştırır. Cumhurbaşkanlığı ise hiç değilse en fazla tarafsız olan ve bugün gerçekten tarafsız bir kişi tarafından işgal edilen bir makamdır. Cumhurbaşkanı'nın mahkeme üyelerini seçmesi, bu üyelerin kararlarında bağımsızca karar vermelerini engellemez.
***
Sezer'in daha önce vurguladığı bir başka nokta, Cumhurbaşkanı'nın tek başına yapacağı işlemlerin yargı denetimi dışında kalmasının hukuk devleti kavramı ile uyuşmadığı idi. Teorik bakımdan belki doğru bir yaklaşım. Fakat, unutmamak gerekir ki, örneğin İngiltere'de geleneksel olarak parlamento mutlak kudrete sahiptir ve herhangi bir yargı denetimine tabi değildir. Aksine kendisinin yargı yetkileri vardır. Türkiye'de de tasarrufları yargı denetiminden muaf başka merciler yok mu? Her ülkede yürütmenin bazı işlevleri yargının kontrolü dışında kalır.
***
Bir noktanın daha altını çizmekte fayda var: Türkiye'nin demokrasi açığı üzerinde sürekli duran Avrupa Birliği, Cumhurbaşkanı'nın yetkileri konusuna hiçbir zaman değinmedi. AB'nin, aslında demokratik kurumların istikrarı bakımından Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini yararlı gördüğü bile anlaşılıyor. Sezer'in demokrasi alanındaki duyarlılığı takdirle karşılanıyor. İçine kapanık ve politik kültürü fersudeleşmiş bir hükümetten demokratik reformlar alanında ciddi bir atılım beklenemeyeceği artık belli olduğundan Cumhurbaşkanı'nın rolü daha fazla önem kazanmaktadır. Hükümetin gündeminde hayati nitelikte dağ gibi sorunlar varken Cumhurbaşkanı'nın yetkileri ile uğraşılmasa çok isabetli olur.
Paylaş