Paylaş
İÇİNDE bocaladığımız ekonomik, sosyal ve siyasal buhranın daha da derinleştiği bir hafta geçirdik. Ekonomik programın açıklanmasının gecikmesi, bir dereceye kadar durumun kötüleşmesinde rol oynadı. Fakat program hazırlanırken hükümet daha tutarlı ve dikkatli bir politika izleyebilirdi. Oysa tam tersini gözledik. Her kafadan bir ses çıktı ve Başbakan ile Kemal Derviş hariç, diğer bakanlar ne zaman ağızlarını açsalar borsa sallandı ve dolar tırmandı. Hükümetin acz içinde olduğu kanaati yayıldı. Karamsarlık, toplumun bütün kesimlerini kapladı. Toplumun sabrı taştı.
***
19 Şubat dramından beri güdülen ekonomik politikanın mantığını anlamak çok zor. Doların bu kadar yükselmesini Merkez Bankası'nın müdahalesi ile önlemenin mümkün olduğunu ekonomistler söyleyip durdular. Bu yapılmadı. Dolar faizinin yüksek olmasını da devletin kendisi teşvik ediyor. Fona geçen bankaların dolara verdiği faiz, ticari bankaların faiz oranının çok üstünde, % 21-22 civarında. Başka bir deyimle, devletin yönettiği bir sürü banka durmadan zarar üretiyor. Fon bankalarının uzun süre niçin tasfiyesi yoluna gidilmediğini anlamak da imkánsız.
***
Bunlar ekonomik tutarsızlıkların sadece iki örneği. Aslında 1999 yılında uygulanmasına başlanan programın başarısızlığı da, programın içeriğinden değil, hükümetin iç çelişkilerinden kurtulamamasından ve programın harfiyen ve şeffaflıkla uygulanmasını sağlayacak yasal ve diğer önlemleri bir türlü alamamasından kaynaklandı. Yeni programın aynı akıbete uğramasından endişe duymamak mümkün değil. Umarım, uygulanmayan bir programın programsızlıktan daha da kötü olduğu artık anlaşılmıştır.
***
Demek oluyor ki, mesele bugünkü hükümetin, çok daha fazla ekonomik ve sosyal özverileri gerektirecek yeni programı azimle uygulayacak bir yapı ve iradeye sahip olup olmadığı noktasında düğümleniyor. Ne yazık ki bu konuda insan, kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, bir türlü iyimser olamıyor. Hükümetin hem koalisyon olmaktan ve hem de koalisyonu oluşturan partilerin yapısından, siyasi eğiliminden, kadrolarından ve ulusal çıkar algılamalarından kaynaklanan çok ciddi zaafı var. İlk önce DSP'yi ele alacak olursak, bu partinin kolektif bir varlığı yok. Tamamen bir lider partisi. Lider Ecevit ise kamuoyu nazarında ekonomik kábus ile neredeyse özdeşleşmiş. 1978-79 yılları Türkiye'nin en karanlık yılları idi. Akaryakıt, ampul, ilaç ve birçok gıda maddesi yoktu. Zaten az miktarda olan yabancı sermaye apar topar ülkeyi terk ediyordu. Ecevit hükümetinin millete ne kadar boşuna eziyet çektirdiği 1980'de 24 Ocak programının tatbiki ile anlaşılmıştı, yokluklar birdenbire kaybolmuştu. Ecevit ekonomi ile politika arasındaki etkileşimi hiç anlamadığını 19 Şubat'ta bir kere daha ispatlamadı mı?
***
Koalisyonun ikinci ortağı MHP'nin iki büyük zaafı var. Kadrolarının yetersizliği ve çağdaş dünya ile neredeyse taban tabana zıt siyasi felsefesi. Devlet Bahçeli kuşkusuz temkinli ve uyumlu bir koalisyon ortağı; dengeli bir davranış içinde olmak için sürekli çaba harcıyor. Fakat partisine mensup bakanların çoğunun performansı göz doyurmuyor. MHP gerçekte Türkiye için bir anakronizm. Kendini yenileyemezse küreselleşmeye uyumu ve bölgesel entegrasyonu engellemeye devam edecek. Milli menfaatlere aykırı bir milliyetçilik anlayışının ne kadar tehlikeli olabileceğinin bilinci içinde gözükmüyor. ANAP'a gelince, Türkiye'de liberalizmin öncülüğünü başarıyla yapmış olan bu parti, galiba artık ruhunu kaybetti.
***
Koalisyonun en büyük gücü şu anda ve görünebilir bir istikbalde alternatifinin olmaması. Hükümetin değişmesi, mevcut politik ortamda olası değil. Olsa olsa TÜSİAD'ın belirttiği gibi bir revizyon yapılabilir. Örneğin kabine küçültülür, Kemal Derviş başbakan yardımcılığına getirilir, ekonomiden sorumlu bütün bakanlıklara Meclis dışından programı yürütebilecek yetenekte kişiler atanır. Siyasi denklem buna imkán verir mi? O ayrı bir sorun. Şimdilik iyimserliğe yer yok.
Paylaş