SOVYETLER Birliği zamanında büyük komşumuz Rusya idi.
Soğuk savaş sonrasında onunla hiç değilse şimdilik kara sınırımız kalmadığı için en büyük komşumuz İran oldu. Komşuluğumuz dolayısıyla İran’a karşı politikamızın ABD ve hatta AB’den daha fazla açılımcı olması yadırganmamalıdır.
Bir ülkenin politik rejimi sadece Türkiye için değil, diğer Batılı ülkeler için de ilişkilerde tek kıstas teşkil etmiyor. Tabii İran’ın Şii köktendinci bir devlet olması, bazı hassas konularda sürtüşme nedeni olmaya devam ediyor. Anıtkabir ziyareti meselesi bunlardan biri.
* * *
1980’li yılların başında Dışişleri Bakanı iken Ankara’ya yeni bir İran Büyükelçisi atanmıştı. Cumhurbaşkanına güven mektubunu sunmasından bir gün önce, protokol görevlileri büyükelçinin merasimi takiben Anıtkabir’i ziyaret etmeyi reddettiğini haber verdiler. Kendisini çağırdım ve aramızda şöyle bir konuşma cereyan etti:
"Siz yarın güven mektubunuzu cumhurbaşkanına takdim ediyorsunuz, değil mi?.."
"Evet."
"Peki, arkasından da Anıtkabir’i ziyaret ediyorsunuz..."
"Hayır etmiyorum..."
"Öyleyse zahmet edip Çankaya’ya çıkmayın, doğruca havalimanına gidin, çünkü Tahran’a dönüyorsunuz..."
"Tamam, Anıtkabir’e de gideceğim..."
Sorun çözümlenmişti, fakat arada bizim de hatamız oldu. Büyükelçinin Anıtkabir defterine yazı yazmasını önlemeliydik. Bunu yapmadık, o da deftere oldukça münasebetsiz şeyler yazdı.
Şimdi İran büyükelçilerinin göreve başlarken ne yaptıklarını bilmiyorum. Fakat Ahmedinejad’dan önce 1996’da Ankara’ya gelen Cumhurbaşkanı Rafsancani de Anıtkabir’i ziyaret etmemişti.
Emsal mevcut olduğuna göre Ahmedinejad da pekálá Ankara’da ağırlanabilir ve hiç değilse İstanbul iki gün boyunca trafik işkencesine maruz kalmaz, ziyaretin maliyeti çok daha az olurdu. Anlaşılan bu konuda AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanı kendilerini çok daha kırılgan hissettiler.
Mahmud Ahmedinejad’ın ziyareti, kendisi bakımından kuşkusuz başarılı geçti. Bir kere ABD’nin çekincelerine rağmen ve nükleer programı yüzünden BM Güvenlik Konseyi’nden İran’a karşı ek yaptırımlar gündemde iken bu ziyaret gerçekleşti. Ayrıca Türkiye’de kendisini sempatik ve karizmatik bulanların sayısı az olmadı.
Uyuşturucu kaçakçılığı, organize suçlar ve terörizmle mücadele alanlarında işbirliği öngören bir anlaşma da imzalandı. Ne var ki üzerinde en çok durulan enerji anlaşması imzalanamadı. Ahmedinejad’ın bu anlaşmanın yakında imzalanacağı yolundaki ifadelerinin aşırı iyimser olduğunu da biliyoruz.
* * *
Söz konusu anlaşmadan amaç, İran ve Türkmenistan’dan gelecek doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya sevk edilmesini, ayrıca Türkiye’nin Pars bölgesinde üç sahada gaz araştırmasını sağlamaktı. Oysa İran, Türkiye’nin istediği gibi Pars bölgesinde çıkarılacak gazın ortaklaşa paylaşılmasını kabule yanaşmıyor, Türk şirketleriyle yalnızca bir servis anlaşması akdetmekte ısrar ediyordu.
Anlaşmanın imzalanmamasının asıl nedeni budur. ABD’nin anlaşmadan rahatsızlık duyması başlıca etken olmamıştır. İran’dan bugünkünden çok daha fazla miktarda gaz gelmediği takdirde Avrupa’ya gaz sevk edecek Nabucco projesinin gerçekleşmesi ise bugünkü koşullarda mümkün olmayacaktır.
AB ülkelerinin İran’dan gelecek gazın Nabucco kanalı ile kendilerine ulaştırılmasını kabul edip etmeyecekleri de belli değil. Avusturya hariç, diğer AB ülkelerinin enerji şirketleri İran’ı zaten terk etmiş bulunuyor.
Ahmedinejad ile İran’ın nükleer programı sorununa da mutlaka temas edilmiştir. Bu konuda AB çok aktif olduğuna göre bizim ayrıca çok özlü bir rol oynamamız beklenemez. Ne var ki, BM Güvenlik Konseyi’ne üye seçildiğimiz takdirde İran üzerindeki oylamalarda bir hayli zorlanacağız.
Kısacası, İran politikamız esasında isabetlidir. Bu politika fazla hayale kapılmadan ve bazı tuzaklara düşmeden sürdürülmelidir.