Paylaş
Yarın Ankara'da Türkiye-KKTC Ortaklık Konseyi toplanıyor. Bu toplantının ivedilikle düzenlendiği, KKTC Başbakanı Eroğlu'nun ‘‘Kıbrıs’’ gazetesinde yayımlanan açıklamalarından belli. Ankara'da bir eylem planının gündeme geleceği haberi hakkında Eroğlu, ‘‘Herhangi bir plandan haberim yok’’ diyor. Yine Eroğlu, bürokratlar seviyesindeki Ortaklık Konseyi'ne katılmayacağını, ancak muhtemelen hazırlanacak protokolü imzalamak üzere 12 Ocak'ta Ankara'ya gideceğini belirtiyor. 5 Ocak'ta henüz bu ziyaret ile ilgili resmi bir yazı almış değildi. Ne imzalayacağını da bilmiyordu. Israrla savunduğumuz KKTC'nin egemenliği hususunda gösterdiğimiz titizlik ve duyarlılığa diyecek yok!
***
KKTC ile ekonomik bütünleşme konusunda daha önce imzalanmış anlaşmalar var. Mart 1998'de Ortaklık Konseyi toplantısında gümrüklerin uyumlaştırılmasını ve mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımını, teknoloji transferini ve yatırımların akışını amaçlayan bir Ortak Ekonomik Alan oluşturulması kararlaştırılmıştı. Para Birliği de zaten mevcut. Şayet Ankara toplantısından maksat daha evvel saptanmış parametreler içinde KKTC ekonomisini güçlendirecek yeni önlemler almak ise buna kuşkusuz sevinmek gerekir. Fakat güdülen hedef Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasındaki müzakerelerin askıya alınması kararını perçinleyen bir siyasi jest yapmak ve ekonomik bütünleşmeyi ‘‘ilhak’’ olasılığını çağrıştıracak bir siyasi bütünleşme projesi ile irtibatlandırmak ise, işin niteliği çok değişir. O zaman AB ile üyelik süreci yeniden tehlikeye atılır.
***
Niçin böyle bir tehlike var sorusuna cevap basit. Her ne kadar geçen aralık ayındaki Nice zirvesinde, AB Konseyi, Katılım Ortaklığı Belgesi'ni onayladı ise de, katılım stratejisini destekleyen ve mali işbirliğini de içeren ‘‘Çerçeve Yönetmelik’’ Avrupa Parlamentosu'nda ancak şubat ayında ele alınacak. Parlamento'nun yönetmeliğin özü hakkındaki tutumunun fazla önemi yok, çünkü bu alanda karar yetkisi Konsey'e ait. Ne var ki Konsey Parlamento'dan yeşil ışık gelmeden harekete geçemiyor. Parlamento Kıbrıs konusunda durumun olumsuz ve gergin olduğunu değerlendirirse, Çerçeve Yönetmeliği konusundaki kararını süresiz erteleyebilir ve bu suretle Konsey'in elini kolunu bağlayabilir. Oysa, daha geçen hafta Dışişleri Bakanı İsmail Cem, belki fazla iyimserlikle, fakat gayet haklı olarak 2001 yılında müzakerelere başlamanın gereğini vurguluyordu. Şimdi yeni bir uzlaşmazlık gösterisi daha uzun süreli bir takvimi bile imkánsız hale getirebilir.
***
Kıbrıs konusunda hükümetin sürekli meydan okuma politikasını anlamak güç. Başbakan ‘‘KKTC'nin başka ellere gitmesine Kıbrıslı Türkler razı olsalar bile, olmazlar ya, biz razı olamayız diyor.’’ Başka eller ne demek? Kıbrıslı kardeşlerimiz güvenliklerini, siyasi kişiliklerini, Kıbrıs'ın kaderine tayinde eşitliklerini koruyan bir çözüm kapsamında AB'ye üye olmak isterlerse Türkiye buna hayır mı diyecek? Görülen o ki, Ecevit'in nazarında Kıbrıs'ın bir tek öğesi ağır basıyor: Ada'nın stratejik önemi. Shakespeare bile bunu anlamıştı diyor. Evet, fakat 16'ıncı asırda Osmanlı Devleti Akdeniz'de hákimiyetini yayma politikası güdüyordu. Bugün Türkiye'nin stratejik çıkarı tanımlanırken aynı düşünce modeli uygulanamaz. Bugün Türkiye için önemli olan Kıbrıs'ın kendisine karşı bir üs olarak kullanılmaması. Ada'nın varılan çözümü garanti edecek kuvvetler dışında silahsızlandırılmasıdır. İleri sürülen çözüm formüllerinin hemen hepsinde de bu unsur vardır. Buna karşılık Türkiye Kıbrıs'ı bir stratejik platform olarak görüyorsa, gittikçe daha fazla uluslararası komplikasyonlar ile karşılaşır. Bakü-Ceyhan petrol boru hattı savını ileri sürmek ise ters teper, Kıbrıs sorununun çözümüne menfi etki yapabilecek bir projeye uluslararası destek azalır.
***
1974 askeri ve siyasi zaferinin mimarı Ecevit, Kıbrıs sorununu şimdi Türkiye'nin önünü tıkayan bir gaile haline getirirse, en başta kendisine haksızlık eder.
Paylaş