TÜRKİYE’de sık sık şahit oluyoruz. Gerek siyasi, gerek ekonomik ve sosyal alanda hamle yaptığımız ve ilerlediğimiz hissine kapıldığımız anda bir de bakıyoruz ki işler birdenbire tersine gitmeye başlamış.
Güven ve iyimserlik duygusu süratle yerini karamsarlığa, politik ve sosyal gerginliklere terk edebiliyor.
Çok zor koşullar altında AB ile 3 Ekim’de müzakere sürecinin başlaması sağlandıktan ve bunun olumlu ekonomik yansımaları da gecikmeden görüldükten kısa bir süre sonra birbiri ardından bir seri ciddi sorunla karşılaştık: Van’da Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ndeki dram, Şemdinli’deki esrarengiz olayı takip eden tehlikeli gerilim ve tırmanma, Başbakan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararına isabetsiz tepkisi, ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir yaklaşımla açılan davalar, Türkiye-İsviçre maçlarında Bern’deki haksızlığa ve saygısızlığa ölçüsüz mukabele.
Korkarım, bütün bu gelişmeler uzun bir süre siyasi ve toplumsal ortamı olumsuz yönde etkileyecektir.
***
Kuşkusuz en ciddi sorun Şemdinli’deki olayların başlamasıyla bölgede ortaya çıkan durumdur. Hakkári’de PKK’ya destek yönünde şimdiye kadar görülmeyen bir politik mobilizasyona gidildi.
Gerilimin yaygın bir şiddet patlamasına dönüşmesi güvenlik kuvvetlerinin, belediye başkanlarının ve yerel politikacıların dikkatli ve ihtiyatlı davranışlarıyla şimdiye kadar bir derecede önlenebildi. Ancak infilaka elverişli ortama sürdürülebilir bir çözüm bulmak çok zor gözüküyor.
Belli ki bölgedeki denklemin güvenlik ve siyaset boyutları artık çok değişmiş. Irak’taki gelişmelerden de etkilenen bu çetin denklemle başa çıkmak, Türkiye’nin uzun yıllar başlıca problemi olacaktır.
Başbakan’ın AİHM kararı konusundaki tutumuna tepkiler Türkiye’de siyasi istikrarın ne kadar kırılgan olduğunu bir kere daha kanıtladı. Evet, Başbakan ciddi bir politik hata yaptı. Fakat politik hatanın cezası da politiktir. Bu işi hukuki alana taşımanın bir anlamı olamaz.
Oysa hemen AKP’nin kapatılması için sesler yükselmeye başladı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da Başbakan’ın sözlerini incelemeye aldığı bildirildi. Burada tabii yargının hukukla politika arasındaki etkileşime dikkat etmesi gerekir. Anayasa ve kamu hukukunu ilgilendiren yaklaşım ve kararları siyasi neticelerinden soyutlamak imkánı yoktur.
AKP’ye karşı dava açılmasının sonuçları iyi hesaplanmalıdır. Kaldı ki, artık Anayasa gereğince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi görmezlikten gelinemez. Sözleşme ise böyle bir davaya cevaz vermez.
***
İsviçre Milli Takımı’na karşı takınılan tutum da dikkatle irdelenmelidir. Evet İsviçre’de hakem haksızlık yaptı ve İstiklal Marşı okunurken ıslık çalındı. Fakat hakem İsviçreli değildi. Islık çalmak kuşkusuz büyük saygısızlıktı. Ne var ki geçmişte, Türkiye’deki maçlarda yabancı milli marşlar çalınırken ıslık çalınmasına hiç rastlanmadığı söylenemez.
Her ne ise, orantılı bir tepki anlaşılabilirdi; fakat kışkırtmalarla ölçü fena halde kaçırıldı. Sonunda ne oldu? Hem bazı kapsamlı yaptırımlar gündeme geldi, hem de binbir çaba ve büyük masraflarla yaratmaya çalıştığımız imaja darbe vuruldu. Burada toplumun bir kısmını son zamanlarda saran psikolojinin de etkisi göz ardı edilmemelidir.
Narsisizm ile karışık bir dünyaya küsmüşlük gözleniyor. Milliyetçilik tekelcileri bu ruh haletini olabileceği kadar istismar etmekten geri kalmıyorlar. ‘Çılgın Türkler’ tehlikeli bir slogana dönüştü.
Cesaret, vatanperverlik ve fedakárlık anlamında ‘çılgınlık’ iyi. Fakat her şeye çılgınca tepki göstermek ancak hüsran getirir.