GEÇEN salı günkü yazımda Monako Kulübü’nün son toplantısında İran konusuna kapsamlı bir şekilde değinildiğini belirtmiştim. İran’a ve ABD’nin İran politikasına ilişkin değerlendirmelerin en dikkat çekici olanlarını biraz daha geniş şekilde yansıtmak istiyorum.
ABD’nin İran’a karşı husumetinin çeşitleri nedenleri var. Bir kere ABD, mollalar 1979’da iktidarı ele aldıkları zaman Amerikalı diplomatların rehin olarak tutulduklarını ve aşağılayıcı muamelelere maruz bırakıldıklarını kolay kolay unutamıyor.
İkincisi, 11 Eylül 2001’den sonra nükleer silahların yayılmasının artık önüne geçilmesi gerektiğine kesinlikle inanıyor. Üçüncüsü de, İran’ın İsrail devletinin varlığına son verilmesi hedefine yönelik politik çizgisinden ve şiddet eylemlerine girişen Filistinli örgütlerin en radikal olanlarına verdiği destekten vazgeçmesini istiyor.
İran’ın radikal örgütlere yardımları bize de yabancı değil. PKK’ya desteği bir tarafa, Türkiye’deki Hizbullah’ın kurulmasına mali kaynak sağladığını ve örgütün militanlarının 1980’li yıllarda İran’da eğitim gördüklerini hatırlıyoruz.
***
ABD’nin bir amacı da kuşkusuz teokratik rejimi çökertmek. Ancak bunun kolay olduğunu zannetmek safdillikten başka bir şey değil. ABD’nin İran’a karşı Irak’taki gibi bir kara operasyonu yürütecek gücü yok. Nükleer tesisleri tahrip için yapabileceği hava ve füze saldırıları ise mağrur İran milletini olsa olsa mollalarla dayanışmaya sevk eder.
1980-88 İran-Irak Savaşı’nda Şah taraftarı oldukları için hapiste bulunan pilotların serbest bırakılınca görevlerini tereddütsüz sonuna kadar yerine getirdikleri unutulmamalıdır. İran’daki Kürtlerin, Azerilerin veya Arapların rejime karşı isyan etmelerini beklemek de gerçekçi gözükmüyor.
Bugün halk, İran’daki rejimi desteklemiyor; fakat rejim kırılgan olmaktan da uzak. İran’da işsizlik oranı yüksek, devlet verimli yatırımlar yapmıyor, buna karşılık artan petrol gelirleri sayesinde halkın hayat seviyesi düşük değil. Kadınlara karşı ayırımcılık varsa da kadınların istihdam edilmelerine ve iyi bir eğitim görmelerine yol açanlar mollalar oldu.
Üniversite öğrencilerinin yüzde 60’ı kızlardan oluşuyor. Kaldı ki teokratik rejimin sağlam güvenceleri mevcut. Ordudan tamamen bağımsız, hatta kendi hava kuvveti bile bulunan devrim muhafızları bu güvencelerin en önemlisi. 300 bin molla da ihmal edilemeyecek bir siyasi güç.
***
Genel kanaat, İran’ın kendi iç dinamiğiyle mutlaka bir evrim geçireceğidir. Fakat bu sürecin kısa zamanda sonuç vermesi olasılığı zayıf. Nükleer programlara gelince; İran’ın nükleer teknolojide geri kalmayı kabul etmesi de beklenmiyor.
Şu anda Almanya, Fransa ve İngiltere, İran’la dört konuda temas halindeler: Nükleer teknolojinin nükleer silah imaline dönüşmesini önlemek, İsrail-Filistin, terörizm ve insan hakları. İran’ın bu alanlarda olumlu tepki göstermesi halinde de ekonomik açımlar vaat ediliyor. Fakat ABD bu sürece dahil olmadıkça netice almak kolay değil.
Örneğin, İran AB ülkelerinden Airbus uçakları satın almak istiyor, oysa bu uçakların motorları General Electric tarafından imal edildiğinden ABD’nin rızası olmadan AB satış yapamaz.
***
Kısa sürede yine de bir umut var. Haziran ayında İran’da yapılacak başkanlık seçimlerinde Haşimi Rafsancani’nin kazanması bekleniyor. Türkiye’nin de çok iyi tanıdığı Rafsancani, pragmatik ve zor zamanlarda kişiliğiyle kararları etkileyen bir politikacı. İran-Irak savaşına BM Güvenlik Konseyi kararı çerçevesinde son vermeye Humeyni’yi ikna eden o olmuştu.
ABD’nin şimdi bir hava müdahalesiyle İran’daki siyasi denklemi menfi yönde etkilemesi büyük bir hata olur. Bölgede nükleer silah monopolünü elde tutmak isteyen İsrail’in, ABD’nin yerine İran’a darbe vurması ise daha da vahim sonuçlar doğurur.
Ortadoğu’da olumlu kıpırdanmalar başladığı bir sırada gerçekçilik, temkin ve sağduyuya her zamandan fazla ihtiyaç var.