DIŞİŞLERİ Bakanı Ali Babacan, geçen hafta, bazı STK temsilcilerini, emekli diplomatları ve basın mensuplarını davet ederek onlara Türkiye’nin dış politikasının çeşitli yönleri hakkında kapsamlı bir sunumda bulundu.
Babacan’ın başlıca odak noktası, Ortadoğu ve Kafkasya idi. Bu bölgede güttüğümüz siyasetin başarılı sonuçlarını özellikle vurgulayarak Irak ile ilişkilerimizin çok iyi bir zemine oturtulduğunu, İsrail ile Filistin arasındaki temasları kolaylaştırdığımızı, Arap Ligi ile stratejik diyalog mekanizmasının kurulduğunu, Körfez ülkeleri ile kurumsal bir bağ tesis edildiğini, Lübnan krizinin çözümünde rol oynadığımızı ve cumhurbaşkanının seçilmesi sürecine katkıda bulunduğumuzu, Suriye ile İsrail arasında barış müzakerelerinin başlamasını sağladığımızı, İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak yapılan girişimlerin başarılı olması için bizim de yardımımızın istendiğini, Şam’da Suriye, Fransa ve Katar devlet başkanları ile Başbakanımızın buluştuğunu izah etti.
Babacan ayrıca Afrika Birliği ile stratejik ortaklığımıza, İstanbul’da toplanan Afrika zirvesine, Pasifik ve Karayip ülkeleriyle gelişen ilişkilerimize, Hindistan ve Çin ile karşılıklı ziyaretlere temas etti. Bütün bunlar kuşkusuz pro-aktif bir dış politikanın tezahürleridir.
Bu politikaların bazıları somut neticeler vermiş, bazıları ise daha çok prestij kazanmaya dönük sembolik faaliyetler teşkil etmiştir. Bunların da bir ölçüde faydalı olduğu kuşkusuzdur.
* * *
Babacan’ın en ilgi çeken açıklamaları Kafkasya’ya ilişkindi. Gürcistan krizinde Başbakan, Moskova ve Tiflis’i hemen ziyaret etmişti. "Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu"nu bütün bölge ülkeleri destekliyordu. Ne var ki bu önerinin bir amaç olarak desteklenmesi, onun kısa sürede gerçekleşebileceğinin işareti değildir.
Rusya ve Gürcistan bugünkü koşullarda hangi zeminde buluşabilirler? Türkiye ve Ermenistan, aralarında diplomatik ilişki kurulmadıkça ne kadar işbirliği yapabilirler? Azerbaycan ile Ermenistan arasında barış bile yok.
Daha somut olarak Türk-Ermeni ilişkilerine gelince, Babacan’ın ifadelerinden Cumhurbaşkanımızın Erivan ziyaretini takiben beklenen Türk-Ermeni yakınlaşması sürecinin Ermenistan ile Azerbaycan arasında Karabağ sorununun çözümü çabaları ile bağlantılı şekilde yürütüleceği anlaşılıyor.
Babacan, New York’ta gelecek ay Türk, Ermeni ve Azeri dışişleri bakanlarının buluşmasından bir sonuç çıkacağı konusunda iyimser. Ne var ki Karabağ meselesi en az Kıbrıs meselesi kadar, belki de ondan daha karmaşık ve neredeyse 19 yıldır devam ediyor! Umarım Babacan’ın sakin iyimserliği haklı çıkar.
* * *
Kıbrıs sorunundan da toplantıda bir soru üzerine bahsedildi. Bu konuda da Babacan oldukça iyimser. Bunun başlıca nedeni, Hristofyas’ın selefine nazaran çözüme çok daha yatkın olması. Ancak Kıbrıslı Türkler tarafından 2004 referandumunda desteklenen Annan Planı’nın parametrelerini iki taraf da değiştirmek istiyor.
Geçenlerde Başbakan Erdoğan, Güzelyurt’un Rumlara verilemeyeceğini söyledi. Oysa Annan Planı’nın en az tartışılan kısmı yıllardan beri aşağı yukarı üzerinde oydaşma bulunan sınır düzenlemeleriydi.
Hristofyas ise kendi yönünden Annan Planı’nda Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında kurulan politik dengeyi bir hayli değiştirme peşinde, üstelik Garanti Antlaşması’na karşı geliyor. İyimserlik için galiba biraz erken.
Tabii AB sürecinden de bahsedildi, ama artık yerim kalmadı. Kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse, AKP’nin dış politikada genellikle takdire şayan bir başarı sergilediğini, ancak başkalarının sorunlarını çözümlemek için sarf ettiği çabaların zaman zaman kendi sorunlarımızı halletmek için harcadığımız gayretlerden daha yoğun olduğu izlenimini ister istemez aldığımı belirtebilirim.