Paylaş
20'nci yüzyıldan 21'inci yüzyıla geçiş, bitmez tükenmez takvim teorilerine ve tartışmalarına yol açtı. 1582'de Gregoryen takvimin kabulünün, aslında küreselleşmenin başlangıcı olduğu bile iddia edildi. Belki bunda bir gerçek payı var. Kendilerine özgü zaman ölçütleri olan kültürler bile sonunda çarnaçar Gregoryen takvimi dini niteliğinden ayıklayarak benimsediler. 16'ncı asırdan başlayarak ikinci milenyumun Hıristiyan dinine bağlı Batı áleminin dünya üzerindeki egemenlik ve nüfuzunu simgelediği de inkár edilemez.
***
2000'li yıllara geçişimizde ekonomik, teknolojik, kültürel ve stratejik üstünlük yine Avrupa-Atlantik camiasının elinde. Tarihin bundan sonraki akışı kuşkusuz önceden kestirilemez, fakat birkaç yüzyıldan beri bu oluşumun istikrarlı bir seyir izlediğini anımsamalıyız. Değişmesi kolay olmayacak.
***
21'inci asra atlamanın bir özelliği var. Bundan önce insanların büyük çoğunluğu yılların ve asırların değiştiğinin pek farkında değildi. Tek referansları yaşlanmaları, çocuklarının doğum ve yaşamları, yakınlarının ölümü idi. Zaman müphem bir kavramdı. 31 Aralık 1999'da ise artık dünya ortak bir tarihin bilincine varmıştı. 20'nci yüzyıl bütün insanlığın kader birliğini idrak ettiği ilk yüzyıl oldu. Bu şuur bundan sonra gittikçe yoğunlaşacak.
***
Geçen asırda insan dehasının ürünü bilimin zaferini yaşadık. Birbirini izleyen ve süratle uygulama alanına geçirilen buluşlarla yüz milyonlarca insanın hayatı inanılmaz ölçüde değişti. Ömür uzadı, tıp alanındaki ilerlemelerle bedeni ıstıraplar azaldı ve birçok hastalığın tedavisi bulundu, refah düzeyi yükseldi, eğitim ve kültür yaygınlaştı, eğlence radyo ve televizyonla evlere girdi, seyahat olanakları çoğaldı, haberleşme ve bilgi akımı baş döndürücü bir sürate ulaştı. İnsanlar çocukluktan başlayarak dopdolu bir yaşam geçirmek imkánına kavuştular. Evet bu nimetler herkes tarafından eşit bir şekilde paylaşılmıyor, ülkeler arasında ve aynı ülkede yaşayanlar arasında fark ve hatta uçurum var, fakat 20'nci asır genellikle uluslarda ve insanlarda istikballerinin biraz da kendilerine bağlı olduğu hissini yarattı.
***
Bilim, ahlaki sınır tanımıyor. Yapıcı olduğu kadar yıkıcı olabiliyor. Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar bunun en belirgin örneği. Dünyayı tahrip etmek gücünü insanlara bilim verdi. Dinlerin hákim olduğu çağlarda insanların ihtirasları, çılgınlıkları ve zaafları önlenememişti. Bilim de bunu başaramadı. 20'nci asırda korkunç iki dünya savaşı yaşandı. İkincisinin sonunda atom bombası dehşet saldı. Şayet o zaman bu silah ABD'nin tekelinde olmasaydı, kıyamet kaçınılmaz olabilirdi. Bugün ise bu tekel yok ve nükleer silahların tahrip gücü ve sayısı çok daha fazla.
***
Bilimsel olmak iddiasıyla ortaya çıkan ideolojiler de facialara yol açtılar. Komünist doktrin, 150 milyon insanın ölmesine neden oldu. Fakat asrın sonunda tarihte ilk defa insanlar aynı değerlerin etrafında birleşmeye başladılar. Demokrasi, insan hakları ve bunların ayrılmaz parçası olan liberal ekonomi, sosyal adalet ve sosyal dayanışma.
***
20'nci asrın başında dünya nüfusu 1.6 milyardan ibaretti. Yüzyılın sonunda 6 milyar oldu. 2050 yılında 9 milyara çıkacak. Oysa insanlar doğaya ihanet ettiler ve onun dengelerini bozdular. Nüfus arttıkça ve hayat seviyesi yükseldikçe doğa gittikçe daha fazla zorlanacak. Şimdiden isyana başladı, intikamı hayatı yok eder.
***
Bütün sevapları ve günahlarıyla asrımızı geride bıraktık. 72 yaşımda bilgisayarımda bu yazıyı yazarken düşünüyorum. 20'nci yüzyılda yaşamak, inanılmaz bir macera ve imtiyazdı.
Paylaş