BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Kopenhag’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türban kararı hakkında söyledikleri, onu çok şiddetli eleştirilerin hedefi haline getirdi.
Başbakan için sürpriz teşkil etmemesi gereken bu tepkiler temel politik eğilimlerinin ve şimdiye kadarki icraatının sorgulanmasını da ister istemez tetiklemiş bulunuyor.
Hatta AKP’nin kaderinde artık inişin başladığı yorumları bile eksik değil. Galiba dengeli bir değerlendirme yapmak daha yararlı olur. Başbakan kuşkusuz göreve geldiğinden beri birtakım hatalar yapmıştır; fakat genel tablonun olumsuz olduğuna hükmetmek zordur. Erdoğan’ın dinamik ve politik cesaret sahibi bir lider olduğu yadsınamaz.
AKP Hükümeti’nin ekonomik alanda başarılı olduğu da kabul edilmelidir. Evet ekonomi politikası Kemal Derviş’in politikasının bir devamıdır; fakat onun çizgisine sadık kalınması ve AB üyeliği sürecinin ilerlemesi, Türk ekonomisinin istikrar içinde büyümesini sağlamıştır. Türkiye’ye bugün tarihinde hiç görmediği ölçüde yabancı sermaye akmaktadır.
***
AKP’nin dış politikasının da genellikle başarılı olduğu inkár edilemez. Kıbrıs politikasıyla hem KKTC’nin siyasi ve ekonomik bakımdan eskisine oranla güçlenmesi sağlanmış, hem de AB ile üyelik müzakerelerine başlanması yolundaki en büyük engellerden biri bertaraf edilmiştir. AB süreci çerçevesinde yapılan reformlar, üyelik gerçekleşsin veya gerçekleşmesin, modern bir demokrasinin temel taşlarını oluşturmuştur.
İlk başta Irak savaşındaki bocalamalardan sonra Ortadoğu politikasının genellikle çok başarılı olduğu ve sadece siyasi değil; fakat özlü ekonomik yararlar getirdiği bir gerçektir.
Ancak Başbakan zannedersem lüzumundan fazla hiperaktif. Dış seyahatlerini biraz kısması ve daha az konuşması, her konuda yorum yapmak ve tepki göstermek dürtüsünden kendisini kurtarması lazım. Ani ve duygusal tepkileri işte bir kere daha kendisini çok güç duruma düşürdü. Türban konusunda AİHM’nin değil; fakat ulemanın yetkili olduğunu söylemesinden daha büyük bir siyasi hata tasavvur edilemez.
Gerçi daha sonra ifadelerini yumuşattı; fakat yaratılan imajı değiştirmek, yapılan tahribatı tamir etmek kolay değil. Unutmamak gerekir ki Avrupa’nın AKP algılamasında da hem takdir, hem de dini refleks ve düşünce modellerinden dolayı kaygı var. Ayrıca Başbakan büyük bir çelişkiye de kendisini sürükledi. AİHM’ye başvuranlar türbanlı Türk vatandaşları. Savunmayı yapan avukatları bile bildiğim kadarıyla ulemanın fetvalarını ileri sürmediler.
***
Başbakan’ın sözlerinin Türkiye’deki bazı yansımaları çok şaşırtıcı. Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, 1980’de imam hatip okullarında kızların ancak Kuran okurken başlarını örtmelerine izin veren talimatla ilgili olarak ‘ulema’ diye vasıflandırdığı ‘Din İşleri Yüksek Kurulu’nun o zaman aldığı kararı hatırlattı.
Üyeleri ilahiyat profesörleri olan bu kurul, meğer o tarihte okullarda başörtüsü takılmasının zorunlu olduğunu kararlaştırmış. Yılmaz, ‘Ulemanın zaten kararı var. Dinleyip AİHM savunmasına eklediler mi?’ diye soruyor. Bu suretle Türkiye’da hálá işlevi olan bir ulema kurumunun mevcudiyetini öğrenmiş olduk!
Neyse ki Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu aynı görüşü benimsemedi. Fakat süren tartışmalarla galiba bir Pandora’nın kutusu açıldı. İçinden bakalım daha neler çıkacak.