BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın meziyetlerini başından beri takdir eden biri olarak, son zamanlarda söylemlerindeki çelişkileri ve üslup hırçınlığını yadırgadığımı belirtmekten kendimi alamıyorum. Bir kere, türban davasındaki tutumu yüzünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) fena halde taktığı görülüyor.
İlk önce mahkemeyi "ulema"nın görüşlerini almamakla eleştirerek herkesi bir hayli şaşırttı. Söyledikleri laik bir ülkenin başbakanından beklenecek bir tepki olmaktan uzaktı. Şimdi de Orhan Pamuk davasına Avrupa Parlamentosu üyelerinin gösterdiği ilgiye kızıyor, türban kararına zımnen atıfta bulunarak "Aynı şeyi AİHM’de de yapsınlar. Orada da hak hukuk çiğneniyor" diyor.
Oysa AİHM’de dava edilen Türk devletiydi. Savunmayı Türk devleti yaptı ve mahkeme ona hak verdi, Türk Anayasa Mahkemesi’nin kararını desteklediğini belirtti. Hak hukuk çiğnendiyse bunu ilk yapan kendi Anayasa Mahkememiz oluyor!
Kaldı ki, daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi "günün birinde Anayasa değişikliğiyle türban yasağı kaldırılır ve buna karşı AİHM’ye başvurulursa, mahkemenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin genel felsefesi ışığında, böyle bir Anayasa değişikliğini geçersiz sayması olasılığı hemen hemen yoktur". Bize kalmış bir iş.
* * *
Galiba AİHM ile AB arasındaki ilişkiler de çok iyi anlaşılmış değil. AİHM, Avrupa Konseyi’nin bir organı. Biz orada üyeyiz. Mahkemede bir Türk yargıç var. İnsan hakları alanında AB ülkeleri de AİHM’nin yargı yetkisine tabi. Bu ülkelerin vatandaşları da bireysel olarak tıpkı bizim vatandaşlarımız gibi oraya başvuruyorlar.
Diğer taraftan Orhan Pamuk davasını izlemeye gelenler, AB Parlamentosu’nun mensupları. AB ile üyelik müzakerelerine başlamış ve Kopenhag kriterlerine uymak yükümlülüğüne girmiş bir ülkeyi, özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü alanında yakından izlemeleri şaşırtıcı değildir. Gelen parlamenterlerin hemen hepsinin Türkiye’nin üyeliğini kuvvetle destekledikleri de unutulmamalıdır.
* * *
Başbakan, Orhan Pamuk davasında gösteri yapılabileceğini; fakat şiddete başvurulmasının kabul edilemeyeceğini haklı olarak vurguluyor. Fakat aynı zamanda Van olaylarında medyanın ve sivil toplum örgütlerinin yargıyı baskı altında tuttuğunu ileri sürüyor.
Ne var ki, Van’da Başbakan’ın İstanbul’daki olaylar için de temenni ettiği şekilde barışçı bir tepki gösterildi. Bu tepkinin haksız olduğunu kanıtlamak da ayrıca çok zor. Van’da kamuoyunun adalet duygusuna çok ters gelen bir durum mevcut.
Başbakan’ın AB’ye karşı çıkışları, müzakere sürecinde gözlemlenen yapısal zaaflar ve liderlik gevşekliği, ister istemez AKP’nin türban davasından sonra AB’ye küstüğü ve üyelik sürecine artık eski önceliği vermediği izlenimini doğuruyor. Bu gözlem umarım doğru değildir.
Üyelik sürecinin sonunda referandumlarda Türkiye’nin AB’ye katılmasının reddedilmesi başka, sürecin daha bu aşamaya varmadan kopması başkadır. Böyle bir kopmanın Türkiye için kısa ve uzun vadeli politik ve ekonomik sonuçları son derecede ciddi olur.
* * *
Başbakan’ın üslubu da gittikçe daha fazla dikkati çekiyor. Ses tonunu yükselterek içeride ve dışarıda o anda hışmını çeken herkesi azarlaması, modern bir başbakan profiline pek uymuyor.
Zannedersem daha az konuşması, her konuda ille de yorum yapmaya kendini mecbur hissetmemesi, soğukkanlılığın ve itidalin bir politik lider için en etkin silah olduğunu her zaman hatırlaması isabetli olacaktır.