BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın, Başkan Bush ile yarın yapacağı görüşmenin sembolik önemi ağır basıyor.
Aralık 2002 seçimlerinden sonra ABD, AKP hükümetine büyük ümit bağlamış, Başkan Bush, Erdoğan’ı daha başbakan olmadan Washington’da Türkiye’nin gerçek lideri gibi karşılamıştı. O zamandan beri köprülerin altından çok sular aktı.
1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddi, onu takip eden devrede Irak savaşının ve savaş sonrasının neden olduğu güven bunalımı ve gerginlikler, Türkiye-ABD ilişkilerinde ciddi sarsıntılar yaratacaktı. 2004 Haziran’ında İstanbul’da toplanan NATO zirvesinin yarattığı daha yumuşak ortam da Felluce olayları gibi gelişmelere karşı tepkilerin etkisiyle süratle kayboldu.
Türkiye’deki Amerikan düşmanlığı endişe verici boyutlara ulaşırken Amerikan medyası Türkiye’ye ağır eleştiriler yöneltmekten geri kalmadı.
* * *
Bir süreden beri ise bir toparlanmaya şahit oluyoruz. İncirlik Üssü’nün Irak ve Afganistan’daki ABD kuvvetleri için kısıtlı bir lojistik merkez olması kabul edildi. Resmi söylemler, Türk-ABD ortaklığının önemini vurguladılar. Geçen hafta çeşitli misyonlarla Türkiye’ye 30 kadar kongre üyesi geldi.
Bazı kongre üyeleri, ABD hükümetinin de onayıyla Ercan Havalimanı’na uçarak KKTC’yi ziyaret etmek suretiyle Kıbrıslı Türklere şimdiye kadar hiçbir ülkenin yapmadığı kadar kuvvetli politik destek verdiler. Çok zor bir zamanda görev yaptıktan sonra Ankara’dan ayrılan Büyükelçi Edelman’a itibar gösterildi. Başbakan’ın Başkan Bush ile görüşmesinin amacı, şimdi bu olumlu ortamı perçinlemek olmalıdır.
Türkiye-ABD ilişkilerine tesir eden konular az değil. Irak bağlamında olumlu gelişmeler var. Ankara’nın politikası artık yalnızca Kuzey Irak’a ve Kürtlere odaklanmıyor. Irak’ın tümünü kapsıyor. Ne var ki, seçimlerden sonra Irak hakkında beliren iyimserlik, şiddetin her zamankinden daha fazla artması nedeniyle yerini yine karamsarlığa bıraktı.
* * *
Suriye konusundaki görüş ayrılığı ise ciddi. Cumhurbaşkanı’nın mevsimsiz Şam ziyareti, Türkiye’nin Suriye ve Lübnan politikalarının sorgulanmasına yol açtı. İran’a gelince, aslında görüş ayrılığından çok algılama farkı mevcut. İran’ın Lübnan’daki Hizbullah’a verdiği desteğe ve nükleer silah ve uzun menzilli füze imal etmesine Türkiye’nin bigáne kalması düşünülemez.
ABD’nin şikáyeti olsa olsa bu konularda fazla sessiz kalmamızdır. Türkiye’nin İran ve Suriye’yi de kapsayan Irak’a komşu ülkeler konferanslarına öncülük etmesi de belki Amerikalıları rahatsız ediyordur. Karadeniz’e ilişkin konularda ve NATO-AB güvenlik ilişkileri alanında da bazı güçlükler yok değil.
Ortadoğu bölgesine demokrasiyi yayma politikasına gelince, ABD’nin bu konuda daha mütevazı ve realist görüşlere yöneldiği görülüyor. Herhalde ABD bölge ülkelerinde radikal İslamcı partileri peş peşe iktidara getirebilecek aceleye getirilmiş bir sürecin tehlikesinin farkına nihayet varmıştır.
* * *
Bizde yüksek düzeyde ziyaretlerde genellikle hemen somut sonuçlar beklenir. Devlet veya hükümet başkanlarımız, bakanlarımız ellerinde uzun bir talep listesiyle muhataplarının karşısına çıkarlar. Çeviri de vakit aldığından çok kere bu listenin takdimi görüşmenin en büyük kısmını oluşturur, karşı taraf konuşma fırsatını bile bazen bulamaz.
Bu yanlış ve ters tepen bir yaklaşımdır. Yüksek düzeydeki temaslardan maksat, genel bir görüş alışverişinde bulunmak, birbirini daha iyi anlamak, iki lider arasında iyi bir kimya oluşturmak, en öncelikli meseleler üzerinde bir oydaşma sağlamaktır.
Başbakan’ın ziyareti Türkiye-ABD ilişkilerinin tamiri sürecinde ancak bir aşamadır. İki tarafın da bu ilişkileri doğru rotada tutmak ve her rüzgárdan etkilenmesini önlemek için sürekli dikkat göstermeleri gerekecektir.