Paylaş
‘‘HER zaman gizli bir emelim vardı. Tunçman ve Miloseviç'ten sonra gitmek. Hiç değilse bu bahsimi kazandım... Belki emelime son dakikada vardım, fakat işte istediğim oldu.’’ Bu sözleri Aliya İzzetbegoviç 14 Ekim'de görevinden ayrılmadan önce Le Monde Gazetesi'nde kendisi ile mülakat yayımlanan Bernard Henry Levy'ye söylüyor. Evet, Soğuk Savaş'ın sona ermesini takip eden Balkan dramının üç büyük aktörü artık siyaset sahnesinden ayrıldılar. Tuçman öldü, Miloseviç halkı tarafından reddedildi, İzzetbegoviç misyonunu tamamladı. İlk ikisi minnetle anılmayacak, üçüncü ise ülkesine sonuna kadar hizmet eden ve çok milletli bir Bosna'yı bütün engellere rağmen yaşatmak için elinden geleni yapan bir devlet adamı olarak tarihe geçecek. Fakat, İzzetbegoviç, görevdeki son günlerinde Bosna'nın geleceği hakkında o kadar umutlu değildi. Bir ufak kıvılcımın Bosna'yı parçalayabileceğinden endişe duymaktaydı.
***
Miloseviç'in düşmesi ile Avrupa'daki son nasyonal-komünist diktatörlüğü çökmüş bulunuyor. Onun insanlığa karşı suçları saymakla bitmez. Büyük Sırbistan'ı gerçekleştirmek hayali ile tahrik ettiği savaşlar 200.000 kişinin ölümüne ve 5 milyon insanın yerlerini ve yurtlarını kaybetmelerine yol açtı. Uzun yıllar, tıpkı Saddam Hüseyin gibi, uluslararası alanda hata üstüne hata yaptığı halde, Sırp milliyetçiliği kartını fütursuzca oynayarak içeride iktidarını korumasını bildi. Sonunda Vojislav Kostunica'ya karşı, Sırplar milliyetçiliği reddettiği için değil, fakat savaştan ve ekonomik ambargodan bıkıp usandıkları için kaybetti.
***
Sırbistan'daki iktidar değişikliği ile Balkanlar'da yeni bir sayfa açıldı. Yugoslavya artık bir parya devleti değil, Birleşmiş Milletler'de tekrar yerini alacak ve Balkan İstikrar Paktı sürecine katılacak. Üsküp'te geçen hafta yapılan Balkan Zirvesi, Yugoslavya'nın uluslararası topluma avdetinin bir başka sembolünü oluşturdu. Bununla beraber sorunların hepsi de çözümlenmiş sayılamaz. Özellikle Kosova meselesinin gelişmesini Belgrad'daki değişikliğin ne ölçüde etkileyeceğini bugünden kestirmek zor.
***
Kosova konusunda ‘‘Uluslararası Toplum’’ olarak nitelendirilen ABD+AB büyük bir çelişki içinde. Bir yandan yerel ve parlamenter seçimlerle özerk yönetimi kuvvetlendirirken, diğer yandan Yugoslavya'nın bu bölge üzerindeki egemenliğine halel gelmeyeceği varsayımında ısrar ediyor. Oysa, Kosovalı Arnavutların, Kostunica liderliğinde daha demokratik dahi olsa Sırbistan'a bağlanmaya artık rıza göstermeleri pek beklenemez. Bütün Kosovalı liderler bu konuda birlik halindeler. Kosova, daha önce Bosna gibi Yugoslavya Federasyonu'nda federe devlet statüsünde olmadığından, onun bağımsızlığını tanımak ilk defa toprak bütünlüğü prensibinin delinmesi sonucunu doğuracak, meğer ki Belgrad bunu kabul etsin.
***
Miloseviç uzaklaştırıldıktan sonra Türkiye'de bazı çevrelerde tepki ‘‘Balkanlar'da Yunanistan'a gün doğdu’’ şeklinde oldu. Biraz doğru. Yunanistan şimdi Balkanlar bölgesinin istikrarının ve Avrupa ile bütünleşmesinin motoru olmak iddiasında. Kostunica koltuğuna oturduktan sonra Belgrad'a ilk koşan Yorgo Papandreu idi. Yunan Dışişleri Bakanı'nın amacı, Selanik şehrini Balkan ekonomik ve kültürel işbirliğinin merkezi haline getirmek.
***
Yunanistan'ın coğrafi konumu ve AB üyeliği nedeniyle bugün Balkanlar'daki kozlarının Türkiye'nin kozlarından daha kuvvetli olduğunu kabul etmek gerekir. Türk özel sektörü bunun farkında ve ekonomik alanda Balkanlar'a açılımın ancak Yunanistan'la işbirliği halinde başarıya ulaşabileceğini düşünüyor. Türkiye'nin resmi politikası ise henüz berraklaşmadı. Yeni koşullar karşısında yeni politikalar üretmekte nedense gecikiyoruz. Dış siyasetimizin belirli bazı sorunlar üzerinde endekslenmiş olması esnekliğini, hareket alanını ve atılım gücünü köstekliyor.
Paylaş