Baktığınız açıya göre

AB Komisyonu’nun raporuna yaklaşımlar ve tepkiler çok farklı olabiliyor. Başbakan temel hedefe öncelik vererek raporun artılarına odaklandı ve iyimser bir yaklaşım sergiledi.

Gerçekten de uzun Avrupa serüveninde Türkiye’nin en kritik bir dönüm noktasını büyük çabalar sonunda başarıyla aştığı kabul edilmelidir.

Medya da bu nedenle genellikle Başbakan’ın eğilimini destekledi. Buna karşılık komisyon tarafından çizilen yol haritasındaki fren mekanizmalarına ve özel izleme yöntemlerine ağırlık verenler, bundan önceki adaylara kıyasla Türkiye’ye karşı ayrımcılık yapıldığında ısrarlılar. Aslında komisyonun tutumunda sürpriz yoktu. Aylardan beri Türkiye için daha sıkı bir izleme metoduna başvurulacağı biliniyordu.

Komisyonun Türkiye’nin üyeliğine karşı gelenleri bir ölçüde yatıştırmak için müzakerelerin sonucunun garanti edilemeyeceğini ve bazı koşullar altında askıya alınabileceğini belirtmesi rahatsız edici olmakla beraber işin esasını değiştirmemektedir. Daha önce Slovakya ile yapılan müzakereler, böyle bir kayıt peşinen ileri sürülmemiş olmasına rağmen iki kere askıya alınmıştı.

* * *

Raporun tavsiyeler kısmında üzerinde durulması gereken bazı noktalar var. İşçilerin serbest dolaşımına geçiş devresinden sonra dahi devamlı kısıtlamalara kapının açık bırakılması bunlardan biridir. Herhalde müzakerelerin bir aşamasında bu konu önemle ele alınacak. İkinci bir nokta, müzakerelerin çerçevesine ilişkin.

Rapor, müzakerelerin bütün üye ülkelerin katılacakları ve kararların oybirliği ile alınacağı hükümetlerarası bir konferans çerçevesinde cereyan edeceğinin altını çiziyor. Başka bir deyimle, muhatabımız sadece komisyon değil, bütün üye ülkeler -Güney Kıbrıs dahil- olacak. Bu bağlamda zaman zaman çok hassas durumlarla karşılaşabileceğimizi bilmek gerekir.

Üçüncüsü, komisyon müzakereler sonuçlanmadan AB’nin 2014 yılından sonraki mali perspektifini saptaması gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca müzakere süresince AB’nin bir yandan entegrasyonu derinleştirirken diğer yandan yeni üyeleri massetme kabiliyetinin de devamlı gözden geçirileceğini vurguluyor.

* * *

Görülüyor ki AB, Türkiye ile müzakere sürecini yokuşa sürme imkánını sürekli elinde bulunduracak. Böyle bir yöntemden kaçınmak mümkün olmadığına göre, bizim de gerçekçi ve yaratıcı bir strateji gütmemiz, reform sürecini hiç aksatmamamız, diplomatik girişimleri ve açılımları zamanında ve etkin bir şekilde yürütmemiz, müzakere heyetini ve başkanını itinayla seçmemiz lazımdır.

Fakat her şeyden önce konseyin kararının alınacağı 17 Aralık’tan önce tamamlanması gereken ödevler var: Ceza Kanunu, Dernekler Kanunu ve İstinaf Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesi bunların başında geliyor. Ceza Kanunu altı ay sonra zaten yürürlüğe girecek. Dernekler Kanunu ise Cumhurbaşkanı tarafından veto edildi.

Diğer taraftan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile İnfaz Yasası’nın bir an önce TBMM’den geçirilmesi bekleniyor. Müzakereleri başlatma tavsiyesi bu mevzuat çalışmalarının zamanında tamamlanacağı varsayımına dayanmaktadır.

* * *

Bundan sonra komisyon raporu hakkında tartışmaları bir tarafa bırakarak dikkatimizi 17 Aralık ve sonrasına çevirmeliyiz. On yıl süre ile yalnızca devleti değil, sivil toplumu da çok güç fakat aynı oranda verimli görevler bekliyor.

Nitekim komisyon raporu, gayet isabetli olarak AB ülkeleri ve Türkiye arasında halk düzeyinde bir siyasi ve kültürel yakınlaşmayı sağlayacak projeler üzerinde duruyor.

Çok yönlü AB politikamızda başarılı olursak on yıl sonra Türkiye, her alanda muazzam bir hamle gerçekleştirmiş olur.
Yazarın Tüm Yazıları