ABD Başkanı'nın babası George Herbert Walker Bush 1998 yılında yayımlanan ‘‘Değişen Dünya’’ başlıklı kitapta Birinci Körfez Savaşı hakkında şunu yazmıştı:
‘‘Saddam'ı tasfiyeye uğraşmak, giriştiğimiz kara savaşını Irak'ın işgaline dönüştürmek, yol ortasında hedef değiştirmemek kuralımıza aykırı olacağı gibi, bugünden hesaplayamayacağımız siyasi ve insani kayıplara neden olurdu. Saddam'ı ele geçirmek olasılığı zayıftı. Bağdat'ı işgal etmek ve Irak'ı yönetmek mecburiyetinde kalacaktık. Koalisyonumuz aniden çökerdi. Araplar hiddetle saflarımızı terk ederdi, diğer müttefiklerimiz de bizi yalnız bırakırdı. Bu koşullar altında bir çıkış stratejisi bulamazdık, bu da başka bir temel prensibimize ters düşerdi. Kaldı ki Soğuk Savaş sonrası tecavüz eylemlerine karşı bir davranış modeli geliştirmeğe çalışıyorduk. Irak'ı işgal etmek ve Birleşmiş Milletler'in bize ve müttefiklerimize verdiği yetkiyi tek başımıza aşmak, tecavüze tepki alanında yerleştirmek için çaba harcadığımız emsali yok ederdi. Bize amansız husumet besleyen bir ülkede bugün hálá işgalci konumunda olurduk.’’
Bu basiret dolu görüşü oğul Bush neden hiç kaale almadı ve ülkesini bugünkü açmaza sürükledi? Danışmanları mı kendisini yanlış yola sevk etti? Unutmamak gerekir ki başlıca danışmanları baba Bush zamanında da kilit mevkileri tutmaktaydılar. O zaman da muhtemelen aynı dogmatik yaklaşımları hiç değilse bir ölçüde sergiliyorlardı. Galiba iki Bush arasındaki temel fark burada. Danışmanlardan beklenen siyaset üretmek değil, seçenekler sunmaktır. Politik kararı siyasi lider tek başına almalıdır. Siyasi lider bocalarsa veya danışmalarının tavsiyelerini körü körüne benimserse bugün Irak'taki gibi bir trajedi ile karşılaşılır. Irak savaşını 11 Eylül ile izah etmek de imkánsızdır, Irak'ın işgali global teröre darbe vurmamış, aksine ona yeni bir dava kazandırmış ve daha fazla ivme vermiştir.
ABD Irak'ta bataklığa saplanmışken Türkiye asker göndermek konusundaki kararını gözden geçirmeyi daha fazla ertelememelidir. İnisiyafi ABD'ye bırakmak büyük hata olur. ABD'nin Türkiye'ye yaptığı talepten sıyrılmak yolunu aradığı her gün daha iyi anlaşılıyor. Asker göndermekten vazgeçmek için ille Washington'dan resmi girişim beklemek hem bağımlılık ve zaaf olarak algılanır ve hem de böyle bir karardan sağlayabileceğimiz politik avantajı yok eder. Irak'taki Geçici Yönetim Konseyi'ni aşağılamak da yanlıştır. Asker gönderilmesi için geçici yönetimden davet gelmesi fikrinin ilk önce bizden çıktığını unutmayalım. Geçiş döneminde bu yönetimin Irak'ın egemenlini temsil ettiğini 16 Ekim'de BM Güvenlik Konseyi de kabul etmiştir. Tek meşruiyet kaynağı olarak ABD İşgal Gücü'nü tanımak bizi Irak kamuoyunda işgal ile özdeşleştirir. Iraklılar arasındaki tereddütleri not ettiğimizi, mevcut koşullarda asker göndermenin Irak'ın güvenliğine ve istikrarına katkıda bulunmayacağı kanaatine vardığımızı belirtelim ve bu işi rafa kaldıralım. Siyasi ve ekonomik ilişkilere, sivil projelere ve insani yardımlara öncelik verirsek egemenlik tamamen Iraklılara devredildiği zaman daha fazla nüfuz sahibi oluruz.
Türkiye'nin bugün güdeceği politika ileride yalnız Irak'taki değil, fakat bütün Ortadoğu'daki imajını ve konumunu çok etkileyecektir. AKP hükümeti ekonomik politikada gösterdiği başarıyı dış siyaset alanında da göstermelidir. Bunun da anahtarı zamanında karar almayı ve gerekirse tutum değiştirmeyi bilmektir.