ANTEP sermayesinin bir numarası olan SANKO Holding'in patronu Abdülkadir Konukoğlu, dillere destan bir düğün yaptı. Oğlunu evlendirdi.
Ekonomik krizin milleti canından bezdirdiğini de biliyordu. Cumartesi gecesi düğüne bu bilinçle geldi. Yok, yoktu. Her şey vardı. Sadece gösteriş yoktu. Konukoğlu'na da bu yakıştı!
Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Temel Yılmaz da davetliydi. GAP-DİAB projesinde müthiş destek gördüğü Antep'ten gelen ısrarlı çağrıyı kıramadı. Cumartesi sabahı bana uğradı. Akşam saatlerinde Antep'e uçtu. Yılmaz, dün sabah ilk izlenimlerini anlattı. Çok hoşuma gitti. Size de aktaracağım.
Abdülkadir Bey düğün başlamadan sahneye çıkıp bir konuşma yapıyor: ‘‘Düğünlerde eğlenmek, oynamak, aşka gelip silah sıkmak, sahneye gelen sanatçıların başından paralar saçmak iyi hoş da, şu büyük krizde gösteriş yapmak hiç yakışık almıyor. Fakir fukaranın gözü kalıyor. Silah sıkmak ve paraları havaya saçmak ayıp oluyor arkadaşlar, hakikaten ayıp oluyor!
Bir alkıştır kopuyor. Ve dediği gibi oluyor. Sanatçılara bahşiş vermek isteyenler, sahne kenarına konan kutuya gönlünden ne kopmuşsa bırakıyor. Kimse yiğitlik taslayıp silah sıkmıyor. Ve düğün daha da huzurlu oluyor.
Helal olsun Konukoğlu'na! Bu millet bıktı artık. Sahnelere para saçan sonradan görmelerden de bıktı, kendilerini sosyete sayan sarhoş çıplakların cıvıtmasından da iyice yıldı! Sanki başka bir álemden gelmişler gibi, ne o?
* * *
Söz, Prof. Yılmaz'dan açıldı. Son Ulusal Diyabet Kongresi'ni hatırladım.
Bu yıl Kongre Başkanı Prof. Üstün Korugan idi. Üstün Hoca, çok keyifli adamdır. Gençlik örgütlerinden tanışıyoruz. Öğrencilik yıllarında neyse, hálá o! Gençlik Tiyatrosu'na az emeği geçmedi.
Ben, Üstün Korugan'ın bir gün ‘‘Profesör’’ unvanı taşıyabileceğini hiç düşünemedim. Çünkü, ‘‘Bu adamı Prof. yapmazlar’’ derdim. Ama oldu... Pek de ünlü ve yaman biri oldu. TV ekranlarında diyet programlarına sık çıkıyor.
Şimdi ona, ‘‘Bana diyet verin’’ deseniz, cevabı vallahi hazırdır:
‘‘Gel önce bir şeyler atıştırıp iki kadeh atalım. Sonrası kolay!’’
Hayata hep güzel pencerelerden bakar. Ne kendini saklar, ne olduğundan başka görünür. Dedim ya, öğrenci Üstün neyse, Prof. Üstün de odur! Kuşadası'ndaki kongrede müthiş bir fıkra anlattı. Fıkra değil, gerçek.
Ünlü hocası Prof. Gıyas Korkut, bizim ÜstünKorugan profesör olduğu gün yanına çağırıyor ve uyarıyor:
‘‘Sakın caka satma Üstün. Senin gibi profesör olduğumda Taksim'e çıktım. İstiklal Caddesi'nde tur atıyordum. Başım göğe değiyordu. Birden, bir kadın sesiyle irkildim:
-Oooo, nasilsin vire Gıyas? Seni çok yaman görüoorum.
Dikkatle baktım. Öğrencilik yıllarımda tanıdığım Marika idi.
- Çok iyiyim Marika, dedim,Bugün profösör oldum... Ya sen nasılsın?
- İyiyim vire Gıyas, ne tesadüf.Ben de bugün mama oldum, mama!’’
Kim derdi ki, ‘‘Demokrasi benim için amaç değil, sadece bir araçtır. Beni hedefe götürecek bir tramvaydır, o kadar’’ diyen Tayyip Efendi, birdenbire ‘‘demokrat’’ olacak ve ülkeyi kurtarmaya soyunacak?
Bizim Turan Yılmaz'ın büyük emekler vererek yazdığı kitabı okuyan anlar(Ümit Yayınları-2001). ‘‘TAYYİP: Kasımpaşa'dan Siyasetin Ön Saflarına’’ adlı belgesel, nice Fazelitli, nasıl Erdemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Şu bizim medya var ya, medya... Ah, ah... Deşmeyin yaramı.