Paylaş
Avrupa Birliği Komisyonu'nun 13 Ekim'de sunduğu genişleme konusundaki raporun, doğal olarak daha çok Türkiye ile ilgili kısmı kamuoyunun dikkatini çekti. Oysa bu rapor, aynı zamanda Avrupa'da yeni bir vizyonun, yeni bir oluşumun habercisi.
***
Her şeyden önce genişleme süreci daha kapsamlı bir boyut kazanıyor. Bunun nedeni, özellikle soğuk savaşın sona ermesinden sonra Balkanlar'da patlak veren buhranlar ve çatışmalar. Kosova olayları, Balkanların istikrarının ve barışının uzun vadede ancak AB şemsiyesi altında gerçekleştirilebileceği kanaatini doğurdu. Komisyon bu nedenle Yugoslavya'nın parçalanması ile ortaya çıkan ülkelerin ve Arnavutluk'un Avrupalılık kimliklerini tanıyor ve onlara da ilarde üye olmak perspektifini açıyor. Ancak Kopenhag kriterlerine ek bazı koşullar ileride sürüyor: Karşılıklı sınırların tanınması, azınlıklara ilişkin bütün sorunların çözümlenmesi ve bölgesel ekonomik entegrasyon yoluna girilmesi.
Kapsam genişletilirken süreç hızlandırılıyor. Şimdiye kadar beklemede bırakılan Bulgaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Romanya ve Slovakya ile prensipte 2000 yılında üyelik müzakerelerinin başlatılması öngörülüyor.
İşte bu yaklaşım ve politik mantık çerçevesinde Türkiye'nin dışarıda bırakılamayacağı sonucuna varılarak onun 13'üncü aday olarak kabulü öneriliyor.
***
Altı ülke ile müzakerelerin başlaması, yine de hukuk devleti, insan hakları, demokrasi ve azınlık hakları için Kopenhag'da 1993'te saptanan kriterlere uyum derecesine bağlı. Her ülkenin bu açıdan durumu değişik, fakat göze çarpan nokta, hepsinin son yıllarda kriterlere uyum sağlamak için canla başla çalışmaları. Örneğin daha geçen yıl Slovakya hakkında çok olumsuz bir değerlendirme yapılmıştı. Bu yıl ise Slovakya'nın siyasal reform programını başarı ile tamamladığı belirtiliyor. Bulgaristan'da demokrasi ve insan hakları alanında büyük gelişmelerin gerçekleştiği kabul ediliyor. Halen Bulgaristan ile müzakerelerin en kısa zamanda başlamasına tek engel çok değişik nitelikte. Komisyon uzun zamandan beri tehlike işaretleri veren bir nükleer santralin 4 biriminin derhal kapatılmasını talep ediyor.
Kısacası, AB kendi uygarlık kıstaslarının, ekonomik ve sosyal prensiplerinin, hukuk ve siyasal değerlerinin benimsenmesinde ısrarlı.
***
Meseleye Türkiye açısından bakınca, bir gözlem kaçınılmaz. Helsinki Zirvesi'nde komisyon raporundaki öneriler onaylandığı takdirde, AB ile kapsamlı bir politik diyalog başlatılacak ve bunun ana temasını demokratikleşme ve insan hakları oluşturacak. Bu alanda AB ile Avrupa Konseyi'nin yaklaşımları birbiri ile örtüşüyor. Avrupa Konseyi 1996'dan beri bir ‘‘İzleme Prosedürü’’ uyguluyor ve son raporunu Ocak 1999'da yayımlamış. AB Komisyonu aynı görüşleri dile getiriyor. Bunların içinde en duyarlı konu ‘‘azınlık hakları’’ ile ilgili ve Komisyon Avrupa Konseyi'nin çizgisini tekrarlıyor. ‘‘Kürt kökenli Türk vatandaşlarının kendi düğal dillerini ve kültürel geleneklerini kullanmak ve sürdürmek’’ olasılığına kavuşmaları.
***
Özü bu şekilde tarif edildiği zaman, ‘‘azınlık hakları’’ endişe verici olur mu, olmaz mı? Bu ayrı mesele. Ancak AB adaylığını ciddiye alacak ve tam üyeliği dış politikamızın temel hedefi haline getireceksek, Başbakan Ecevit'in mayıs ayındaki yükümlülüğü uyarınca, sadece bu konuyu değil, fakat Komisyon raporundaki tüm siyasi konuları derinlemesine inceleyecek bir süreç başlatmamız gerekir. Diğer aday ülkeler gibi yapalım, önceliklerimizi saptayalım, tutarlı bir siyaset üretelim, onu azimle uygulayalım ve günlük politik zigzaglarla bir yere varılamayacağının daima bilincinde olalım.
Paylaş