Paylaş
İKİ gün önce bu köşede Avrupa Birliği takviminin Kıbrıs meselesinin çözümü için çok vakit bırakmadığını vurgulamıştım. Bu zaman darlığına rağmen, geçen kasım ayında Türkiye ve KKTC, görkemli bir ortak toplantıda aldıkları kararla dolaylı müzakere sürecini askıya aldılar. Kararı tetikleyen de BM Genel Sekreteri Annan'ın sözlü olarak açıkladığı fikirler dizisi oldu.
***
İyi, güzel de şimdiye kadar dolaylı müzakerelerde varılan aşamanın soğukkanlı bir değerlendirmesini hiç yaptık mı? Bugüne kadar kaygılarımızdan hiç değilse bazılarına cevap verilmedi mi? Konfederasyon-federasyon tartışmasını bir tarafa bırakarak, çözümün çeşitli parametrelerinde bir gelişme olup olmadığını araştırmakta yarar var.
***
Kıbrıs sorununun çözümünde en önemli öğelerden birinin güvenlik olduğu kuşkusuz. Güvenlik öğesinin iki boyutu mevcut: Türkiye'nin güvenliği ve Kıbrıs Türklerinin güvenliği. Türkiye açısından Kıbrıs'ın günün birinde Türkiye için bir tehdit oluşturması olasılığını bertaraf etmek lazım. Kıbrıs Türkleri ise, kendilerine karşı kuvvet kullanılması ve haklarının zorla ellerinden alınması gibi muhtemel tehlikelere karşı güvenliklerini sağlayacak fiili garantilere ihtiyaç duyuyorlar. Şimdiye kadar müzakerelerde, güvenlik konusunda henüz bir mutabakat şeklinde değil, fakat varsayım şeklinde ortaya çıkan modelin başlıca noktaları şöyle: Garanti Antlaşması olduğu gibi devam edecek. Kıbrıs, AB'ye katılınca dahi Kıbrıs'a gerekirse yapılacak bir müdahalenin AB normlarına aykırı düşmeyeceği noktasından hareket edilecek. Bir ara Ada'ya BM Barış Gücü yerine bir NATO kuvveti konuşlandırılması düşünülmüştü, fakat böyle bir kuvvetin NATO üyelerinin taraf olduğu Garanti Antlaşması'nın uygulanması ile bağdaşması zor olduğundan bundan vazgeçildi. Garanti Antlaşması'nın yanı sıra İttifak Antlaşması da muhafaza edilecek, fakat Türk ve Yunan kontenjanlarının asker sayısı yükseltilecek. Kuzeyde Türk kuvvetleri, güneyde Yunan kuvvetleri konuşlandırılacak. Bunların ve İngiliz üslerinin dışında Kıbrıs adası askersizleştirilecek ve yeni statünün ihlal edilmemesi için bir uluslararası gözetim sistemi vücuda getirilecek.
***
Güvenlik bakımından bu önlemler tamamen yeterli midir? Bu soruya cevap verirken sırf askeri veriler veya çatışma modelleri üzerinde durulmamalı. Türkiye ve sorununu çözümlemiş bir Kıbrıs, AB'ye girdikleri takdirde gerek Ege'de gerek Akdeniz'de bir barış ve işbirliği ortamının gerçekleşmesi beklenmelidir. AB'nin her şeyden önce bir sürekli barış projesi olduğunu ve güvenliğin daima bir siyasi boyutu bulunduğunu unutmayalım.
***
Kıbrıs sorununun çözümünün tek öğesi güvenlik değil. İç egemenliğin kapsamı, dış egemenliğin eşit paylaşılması, karşılıklı göçlerden kaynaklanan taleplerin dengelenmesi ve toprak ayarlamaları gibi birçok sorunun halledilmesi gerekiyor. Bunların ayrıntılarının irdelenmesini bu sütuna sığdırmak mümkün değil, fakat önemli gördüğüm bir noktaya değinmek istiyorum: Kofi Annan, fikirler dizisinde müzakereler sonunda tesis edilecek siyasal yapıdan, birim devletlerden hiçbirinin ayrılamayacağı kuralının kabulünü istiyor. Oysa Kosova'nın bile bağımsızlığının söz konusu olduğu bir ortamda ‘‘bölünmezlik’’ prensibi uğruna Kıbrıs Türklerinin elini kolunu süresiz bağlamak haksızlık olur. Hiç değilse on yıl sonra taraflardan birinin talebi ile yeni bir referanduma kapı açık bırakılmalıdır. Böyle bir opsiyon birçok güçlüğün daha kolay aşılmasına elverişli bir psikolojik atmosfer yaratır.
***
Türkiye ve KKTC müzakerelere kapıyı tamamen kapattılar denemez. Annan'ın iyi niyet misyonunun devam ettiğini kabul ediyorlar. Sıkı müzakere edelim, fakat diyaloğu reddetmeyelim. Her müzakere sabır işidir. Atatürk ve İsmet İnönü muazzam diplomatik başarılarını hep sabırla, soğukkanlı ve dengeli yaklaşımlarla elde ettiler.
Paylaş