Paylaş
15 Kasım tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan yazısında Hasan Pulur, Vehbi Dinçerler'e atfen, AB Komisyonu ilerleme raporundaki kültürel haklar kısmında ‘‘herkesin anadilinde emir alma hakkı’’na yer verildiğini belirtiyor ve ‘‘Anadilinde emir almak ne demektir?’’ diye soruyor. Çok yerinde bir soru. Ben de merak ettim ve raporun İngilizce metninin bu ibareyi içeren paragrafına baktım. Meğer iş gayet basitmiş. Fransızca'da olduğu gibi İngilizce'de de aynı zamanda ‘‘eğitim’’ anlamına gelen ‘‘instruction’’ sözcüğü, ‘‘talimat’’ anlamında algılanmış, ‘‘eğitim’’ bu yüzden ‘‘emir’’ olmuş! Ne yazık ki AB hakkındaki kuşkuların ve vehimlerin çoğu yanlış anlamalardan, bilgi eksikliğinden, abartmalardan ve zorlama yorumlardan kaynaklanıyor. Bunlar kökleşmiş devletçi düşünce kalıplarıyla birleşince, AB'ye karşı kolaylıkla güçlü bir muhalefet cephesi oluştuğunu görüyoruz. En sorumlu siyasal mevkileri işgal edenler bile AB Katılım Ortaklığı Belgesi'ni Sevr Antlaşması'nın bir hortlaması şeklinde takdim etmekten veya ‘‘biz yalnız yürümekten korkmayız’’ gibi söylemlerle yüksekten atmaktan kaçınmıyorlar. Mazoşizmi daha ileri götürerek ‘‘21'inci Haçlı seferi’’ tehlikesinden bahsedenler dahi var.
***
Türkiye gibi egemenlikçi kültürün dogma haline geldiği bir ülkede kapsamlı ‘‘uluslarüstü’’ öğeleri bulunan bir uluslararası yapının parçası olmak fikrine karşı yükselen şiddetli tepkiler aslında yadırganmamalı. Bugün AB üyesi olan bazı ülkeler de vaktiyle bu aşamalardan geçmişler. Aynı reaksiyonlar, özellikle Yunanistan'da görülmüş. 1980-84 yılları arasında Atina'da büyükelçilik yapan Fahir Alaçam bu konuda bana gönderdiği bir mektupta, o zaman Yunanistan'daki ruh haletini bakın nasıl irdeliyor:
‘‘Türkiye'nin AB üyeliği aleyhinde ileri sürülen görüş ve değerlendirmelerle ilgili olarak, Atina'da görevde bulunduğum sıradaki gözlemlerimi nakletmek istedim.
1980 yılı sonunda AB ile Yunanistan arasındaki müzakereler artık sonuçlanmıştı. Üyelik fiilen 1 Ocak 1981 yılında başlayacaktı. O tarihte AB'ye katılmanın önderliğini yapan Cumhurbaşkanı Karamanlis ile onun kurmuş olduğu iktidardaki Yeni Demokrasi Partisi'nin dışındaki tüm partiler üyeliğe karşı çıkıyorlardı. Andreas Papandreu'nun liderliğindeki PASOK ile komünistler, sosyalistler ve aşırı sağcılar şiddetle üyeliğe muhalefet etmekteydiler. İleri sürdükleri tezler, egemenlikten eser kalmayacağı, ülkenin parçalanacağı ve ulusal birliğin yok olacağı gibi noktalar etrafında odaklanıyordu. Ekim 1981 seçimlerinde, artık üyelik yürürlüğe girmiş olmasına rağmen, Papandreu'nun dış politika alanındaki dört vaadinden biri, AB'yi terk etmekti. Diğer üç vaadi ise NATO'dan çıkmak, ABD üslerini kapatmak ve Türkiye ile diyaloğu kesmekti. İktidara gelince PASOK, Türkiye ile diyaloğu kesmek dışındaki bütün diğer vaatlerini kolaylıkla unutuverdi.
Atina'yı Mayıs 1984'te terk ettim. O tarihte hiçbir siyasi kuruluş artık AB'ye karşı değildi. Komünisti de, solcusu ve aşırı sağcısı da durumdan memnundu. Diğer AB ülkelerinde aynı evrim gözlenmedi mi? Fransa, bizden daha mı az milliyetçidir? Yunanistan, milliyetçiliğinden vazgeçmiş midir? Her iki soruya cevabım hayırdır. Biz de milliyetçiyiz ve bir gün AB'ye üye olursak yine öyle kalacağımızdan hiç şüphe etmiyorum. Dikkatli olalım, fakat yersiz korku ve endişelere kapılmayalım. Önyargıların esiri olmayalım.’’
***
AB üyeliği sadece Yunanistan'da değil, fakat AB'ye katılan İspanya, Portekiz ve İrlanda gibi benzer ülkelerde de siyasal, ekonomik ve sosyal istikrarın sürekli hale gelmesine neden olmuştur. Bugün diğer aday üyelerin AB kriterlerine uymak, aday olmayan Avrupa ülkelerinin aday olmak için sarf ettikleri cansiperane çabalar boşuna değildir. Kimse 21'inci asır trenini kaçırmak istemiyor. Ego merkezci dürtülerimizi ve boş söylemleri bir tarafa bırakarak biz de treni yakalamaya bakalım.
Paylaş