GEÇEN hafta yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, AB’nin kendisi için olduğu kadar Türkiye için de üzerinde dikkatle durulması gereken sonuçlar verdi.
Yeni on üyenin tantanalı kutlamalarla AB’ye girmelerinden birkaç ay sonra seçimlere katılımın her zamandan daha düşük olması, birçok ülkede iktidar partilerinin muhalefete büyük sayıda oy kaptırmaları, soldan sağa uzanan bir yelpazedeki Avrupa karşıtı veya Avrupa fikrine kuşku duyan partilerin AP’de 100 kadar sandalye kazanmaları özellikle dikkat çekicidir.
İngiltere, Almanya ve Polonya’da iktidardaki sosyal demokratlar tam bir yenilgiye uğradılar. Fransa’da Chirac zayıfladı, İtalya’da Romano Prodi’yi destekleyen grup Berlusconi’ye karşı avantaj kazandı.
* * *
Türkiye bakımından bu sonuçların iyimserliği teşvik etmediği açıktır. Seçim kampanyalarında Türkiye’nin üyeliği genellikle menfi algılamaları ve yaklaşımları yansıtan yoğun tartışmaların konusu oldu. Seçimlerden genellikle muhafazakár partilerin galip çıkması, AP’deki dengeleri Türkiye’nin aleyhine değiştirdi.
Gerçi bütün muhafazakárlar ile sosyal demokratların hepsi aynı sepete konulamaz. İngiltere’de İşçi Partisi gibi Muhafazakár Parti de Türkiye’nin üyeliğini destekliyor. Fransa’da da Sosyalistler Ermemi lobisinin etkisi ile Türkiye’ye muhalefet sergilediler. Fakat AP’nin yeni kompozisyonunun Türkiye’nin üyeliğine karşı direnci artıracağı gerçeği göz ardı edilemez.
Diğer taraftan, AB’deki bu oluşumlara paralel olarak Türkiye’deki bazı gelişmeler de kaygı vermekten geri kalmıyor. KONGRA-GEL’in şiddete tekrar başlaması, DEHAP liderlerinin sorumsuz ifadeleri, serbest bırakılan eski DEP’lilerin ikircikli açıklamaları, kültürel hakların çok ötesinde talepler ileri sürülmesi, büyük özverilerle yaratılan toplumsal barış ve dayanışma ivmesini tersine çevirebilir.
Bir yandan Avrupa’daki oluşumların, diğer yandan iç gelişmelerin Türkiye’de AB karşıtı lobiyi kuvvetlendirmesi olasılığı da göz önünde bulundurulmalıdır.
* * *
Koşullar ne olursa olsun, hükümet, AB politikasını bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da cesaretle sürdürmelidir. Yeni üyeler AB’ye karşı soğuk ve mesafeli davranıyorlar diye AB’ye katılmanın Türkiye için de belki o kadar imrenilecek bir şey olmadığı gibi bir düşünceye katiyen kapılmamak gerekir. Üye olduktan sonra AB’ye karşı çıkmak kolay.
Tarihi, coğrafi ve ekonomik bağlamda AB üyeliği Türkiye açısından yeni üyeler için olduğundan çok daha önemlidir. Evet, yeni AP Türkiye’ye sıcak bakmayan bir parlamento olacaktır, fakat Türkiye ile müzakereleri başlatma kararını AP değil, hükümetlerin temsil edildiği Konsey alacaktır.
* * *
Türkiye, Kopenhag kriterlerini kabul edilebilir bir ölçüde yerine getirdiği ve önümüzdeki birkaç ayda politik ortamı iyi hazırladığı takdirde AB hükümetlerinin Türkiye’ye karşı taahhütlerinden geri adım atması çok zor olur. Kuşkusuz müzakerelerin başlaması üyeliği garanti etmez, ancak bu aşamada üyelik perspektifinin kuvvetlenmesine ihtiyacımız var.
Müzakereler başladıktan sonra işimiz bugünkünden de daha güç olacak, uzun yıllar sürecek bir büyük çabanın içine gireceğiz. Ne yapalım, büyük davaları kazanmak hiçbir zaman kolay olmamıştır.