AVRUPA’da ‘cihadist’ diye tanımlanan dinci terör eylemcilerinin 7 Temmuz’da Londra’da gerçekleştirdikleri saldırı, El-Kaide ile bağlantılı veya ondan ilham alan dinci şiddet konusunda bütün Batılı ülkelerde geniş bir tartışmaya yol açtı.
İngilizler, Müslüman vatandaşlarının kendi ülkelerini hedef almasının nedenlerini araştırıyorlar. Ne var ki Müslüman İngiliz vatandaşlarının Irak’taki direniş eylemlerine katıldıkları pekálá biliniyordu. İdeolojik seferberlik ve örgütlenme mevcuttu.
Yalnızca İngiltere’den değil, diğer Avrupa ülkelerinden de eylemciler Irak’a Suriye’den, Güney’den ve Fransız istihbarat birimlerine göre Türkiye sınırından sızıyorlar.
Diğer taraftan Avrupa istihbarat birimlerine göre, 11 Mart 2004 Madrid saldırısını takiben ‘cihadist’lerin Fransa, Almanya, İtalya ve Hollanda’ya karşı planladıkları eylemler daha önceden haber alınarak engellenebilmişti. Demek oluyor ki, terörün harekát alanı Irak’tan Londra’ya kadar uzanıyor ve hiçbir ülkenin muafiyeti yok.
***
Avrupa’daki Müslümanların radikalleşmesinde Irak savaşına karşı duyulan tepki, Batı’nın her zaman çifte standart uyguladığı algılaması, Müslüman toplumların bulundukları ülkelere bir türlü entegre olamaması gibi öğelerin payı haklı olarak irdeleniyor. Dikkati çeken bir nokta daha var. Bu Müslümanlar aynı zamanda kendi anavatanlarındaki otoriter ve yozlaşmış rejimlere karşı da öfkeliler.
Çifte kopukluk yaşıyorlar ve radikal İslam’a sığınıyorlar. İşte bu noktada Türkler ile diğer Müslümanlar arasında bir fark görülüyor. Avrupa’daki Türkler arasında tehlikeli dinci cereyanlar yok değil. Fakat Türklerin büyük çoğunluğu kendilerini ülkelerinden kopmuş hissetmiyorlar.
Kimlik algılamalarında ve eğilimlerinde Türklük en az din kadar ağır basıyor. Türkiye’deki demokratik rejimle bir problemleri yok, istedikleri siyasi parti ve görüşle özdeşleşebiliyorlar.
***
Ortadoğu’daki durumun, terörü besleyen başlıca kaynak olmaya devam ettiği de göz ardı edilemez. Irak’ta son 10 gün içinde 238 kişi öldürüldü. Dinci terörün desteklediği direnişin önü bir türlü alınamıyor. Irak’ta seçimlerin yapılmasıyla beliren istikrarlı, birleşik ve demokratik bir Irak beklentisini gerçekçi saymak artık çok zor.
Ortadoğu coğrafyasında tabii tek sorun Irak değil. Filistin meselesi çözümden uzak. İsrail’in Gazze’den çekilmesinin Filistinliler için zehirli bir hediye oluşturması olasılığı kuvvetli. Filistinliler arasında da bir sivil savaş tehlikesi belirdi bile.
Suriye’deki rejimin ne yönde gelişeceği de zihinleri işgal ediyor. Suriye’nin, Lübnan’ın istikrarını sarsacak bir politika gütmekte ısrar etmesi, bölgede yeni bir gerginlik unsuru yaratır. Fakat daha doğuda Pakistan potansiyel bir endişe kaynağı.
Orada dinci fanatizm her yerden daha çok kök salmış bulunuyor. 10 bin medresenin bazılarında yakın zamanlara kadar askeri eğitim bile veriliyordu. Bu eğitim yasaklandıysa da radikal doktrinler gençlere aşılanmaya devam ediyor.
***
Bu tabloda kuşkusuz Batı’nın sorumluluğu çok büyük ve onun yapması gereken çok şey var. Irak’taki koşulların düzelmesi artık pek elinde değil. Fakat hiç değilse Filistin-İsrail ihtilafının çözülmesine, özellikle ABD kararlı bir politikayla büyük katkıda bulunabilir.
Türkiye ile İspanya’nin eşsponsorluk yapacağı ‘Medeniyetler İttifakı’, İslam ile Batı arasındaki peşin hükümlerin aşılmasında ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesinde etkili olabilir. Ancak, terörü besleyen köktendinciliğin ve fanatizmin sona erdirilmesinin aynı zamanda Müslüman ülkelerin sorumluluğunda olduğu da unutulmamalıdır.
Köktendincilik ve dinci terör, bugün Batı’dan çok daha fazla Müslüman ülkeler için bir tehlikedir. Müslüman ülkelerdeki siyasi iktidarlar bu gerçeği iş işten geçmeden idrak etmelidirler.