BARACK Obama’nın, Demokrat Parti’nin başkanlık adaylığını Hillary Clinton’a karşı uzun bir mücadele sonunda kazanması, Amerika’nın demokrasi tarihinde gerçekten tarihi bir dönüşümün simgesidir. Bugün 46 yaşında olan Obama doğduğu zaman, 16 eyalette beyazların siyahlarla evlenmeleri hálá yasaktı.
Afrika kökenliler, sivil haklarına 1964’te kanunen kavuştuktan sonra dahi fiili ayrımcılıktan kurtulamamışlardı. Barack Obama’nın milyonlarca beyazın da desteğini ve mali katkısını kazanarak elde ettiği zafer, Amerika’nın toplumsal siyasi kültürünün bugün ne kadar büyük bir olgunluk seviyesine vardığını kanıtlar.
Irak Savaşı yüzünden dünya kamuoyunun hemen tamamı tarafından kınanan ve büyük prestij kaybına uğrayan Amerika, şimdi yeniden Obama sayesinde takdir ve sempati toplamaya başlıyor. Hatta denebilir ki, Avrupa basını Obama’nın başarısını Amerikan basınından bile daha büyük bir heyecanla karşılamaktadır.
Le Monde Gazetesi, babası Kenyalı, annesi beyaz Amerikalı olan ve tahsilinin bir kısmını Endonezya’da yapan Obama’nın, seçildiği takdirde, ilk "global" başkan olacağını belirtirken, Demokrat Parti konvansiyonunda adaylığının onaylanacağı 28 Ağustos tarihinin sembolizmine de dikkat çekiyor. Martin Luther King, 1963’te, yine aynı gün, Lincoln anıtında "Bir hayalim var" diyerek Afro-Amerikalılar için özgülük ve eşitlik özlemini dile getirmişti.
* * *
Başkan adayı olmak için Obama’nın 2118 delegeye ihtiyacı vardı. 2151 delegenin desteğini sağlamış bulunuyor. Hillary Clinton, bir süre direndikten sonra bugün adaylık kampanyasına son vereceğini ve Obama’yı destekleyeceğini açıklayacak. Fakat Clinton şimdi başkan yardımcısı adaylığına göz dikmiş görünüyor.
Her ne kadar iki rakip yarışın sonunda artık birbirlerine iltifatlar yağdırıyorlar ve aralarında diyalog kuruyorlarsa da Beyaz Saray’da bir Obama-Clinton ekibinin çok ahenkli olamayacağı aşikárdır. Zaten Obama da başkan yardımcısının seçiminde kendisine danışmanlık yapacak bir grup kurmuştur.
Dış politikaya gelince, Amerikan politik bünyesinin özelliği ister istemez Obama’yı bazı zikzaklara ve ikircikli tutumlara sevk ediyor. Irak konusunda Obama, 2002’de 28 Demokrat senatörün savaş yetkisini Başkan Bush’a veren karar lehinde oy kullanmalarına tepki göstermişti. "Umudun Cüreti" başlıklı kitabında o zaman yaptığı şu beyanat yer alıyor:
"Irak’a karşı başarılı bir savaşın bile süresi belirsiz bir Amerikan işgaline, bugünden tahmin edilemeyecek sonuçlara ve mali külfete yol açacağını biliyorum. Güçlü uluslararası destek olmadan ve rasyonel bir nedene dayanmadan Irak’ın istila edilmesinin Ortadoğu’daki alevleri körükleyeceğini, Arap dünyasındaki en iyi değil, fakat en kötü dürtüleri teşvik edeceğini ve El Kaide’ye katılmaları artıracağını da biliyorum."
* * *
Obama’nın daha o tarihte böyle bir öngörüde bulunması, kuşkusuz siyasi sağduyu ve basiret kanıtıdır. Obama, İran nükleer programı konusunda da müzakereye taraftar olduğunu daha önce vurgulamıştı. Fakat başkanlık adaylığını kazanmasının hemen ardından Yahudi lobisi kuruluşu AIPAC’ta yaptığı konuşmada, İran’a karşı çok sert bir dil kullandı. İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını önlemek için her türlü eylemi göze alacağını ifade etti.
Filistin meselesinde, ABD’nin resmi politikasının ötesine giderek, Kudüs’ün tamamının İsrail’in başkenti olmasını destekledi. Bu aşırı görüşleri yansıtmaya bir bakıma mecburdu. ABD’de Yahudi lobisi artık o kadar güçlü ki her başkan adayı geleneksel olarak İsrail’in çıkarlarını en ön planda tutacağını vaat etmek mecburiyetinde.
Türkiye’ye karşı tutumu dahil, Obama’nın yürüteceği dış politika hakkında bol bol spekülasyon yapılıyor. Oysa seçim kampanyasındaki söylemler ne olursa olsun, her başkan makamına oturduktan ve gerçeklerle yüz yüze geldikten sonra yeni bir değerlendirme yapmak ve vizyonunu buna göre ayarlamak durumunda kalır.