YARGITAY Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne gönderdiği iddianamede, bu belgeyi kaleme alanların dünya görüşünü ve uluslararası meseleleri nasıl algıladıklarını gösteren ifadeler var. Başsavcı örneğin kapatma gerekçesini aynı zamanda Avrupa kamu düzeni çerçevesine oturtuyor:
"Avrupa kamu düzeni çerçevesinde yer alan Türkiye yönünden, açıklanan kapatma nedenleri, hem bu bütünün bir parçası olmasının, hem de ayrıca kendi hukuk düzeninin bir gereğidir."
İyi de Avrupa ülkelerinin ve AB Komisyonu’nun temsilcileri Başsavcı’nın açtığı davanın Avrupa’nın demokratik prensipleri ile uyum halinde olmadığını, Avrupa demokrasilerinde hükümete ve siyasi partilere ilişkin sorunların çözüm yerinin mahkeme salonları değil, fakat parlamento olduğunu belirtmekte gecikmediler.
Hatta bazı Avrupalı siyasi liderler daha da ileri giderek, AKP’nin kapsamlı demokratik reformlar gerçekleştirmek amacıyla sarf ettiği çabaları övdüler. Diğer taraftan Avrupa kamu düzeninin parçası olmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne öncelik vermeyi gerektirdiği de göz önünde bulundurulmalıdır.
* * *
Başsavcı’nın, iddianamesinde, öngördüğü serbest seçimlerin köktendincilere iktidar kapısını açacağı anlaşıldığı için siyasi yönü tamamen rafa kaldırılan Büyük Ortadoğu (BOP) Projesi’ne de değinilmiş:
"90’lı yıllardan sonra dünyada küreselleşmenin merkez güçlerinin ülkemiz ve bölgemiz için ürettiği ılımlı İslam ve onun siyasi hedefi BOP."
Bu bağlamda ilkönce "küreselleşmenin merkez güçleri"nden ABD dışında hangi ülkelerin kastedildiğini bilmek gerekir. Bunlar arasında mutlaka AB de var. Demek oluyor ki AB bir yandan bizim arzuladığımız bir laik kamu düzeni oluşturuyor diğer yandan da Türkiye’de ılımlı İslam’ı yerleştirmeye çalışıyor!
Peki, o zaman iddianame niçin Türkiye’yi AB kamu düzeninin bir parçası olarak görmeye devam ediyor? Bu çelişkiler kuşkusuz iddianamenin temel dengesini etkilemez, fakat ne de olsa izahı zor bir kavram kargaşasına ve komplo teorisi iptilasının ne kadar yaygın olduğuna delalet eder.
* * *
Anayasa Mahkemesi Yargıtay Başsavcısı’nın talebine uyarak davayı kabul ederse iç politikada uzun bir çalkantı devrine gireceğimiz kesindir. Anayasa Mahkemesi’nin önünde türban meselesi ile bağlantılı Anayasa değişikliklerinin iptali davası da var. Kapatma davası başlatılırsa iki dava da Türkiye’nin bütün iç ve dış icraatını bloke edecektir.
Oysa hükümetin bütün dikkatini ve enerjisini terörle mücadele, Kürt sorunu, enerji projeleri, sosyal problemler, AB üyelik süreci, Irak’ın istikbali, dünyadaki olumsuz ekonomik gelişmeler ve bunların Türk ekonomisi üzerindeki etkileri ve yeni bir aşamaya gelen Kıbrıs meselesi üzerinde yoğunlaştırması gerekir.
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin iki dava konusunda da nasıl hareket edeceği tabii bu aşamada öngörülemez. Her iki konuda da siyaset ile hukuk arasında çok hassas bir etkileşim mevcut. Belki de bir kere daha hukukun zorlanarak türban konusundaki Anayasa değişikliklerinin iptali, buna karşılık kapatma davasının reddedilmesi bir çıkar yol olabilir.
Mahkemenin kararlarının önlenmesi amacıyla Anayasa’da değişiklikler yapılması gibi riskli bir yola gidilmesinin başarı şansı ve sonuçları hakkında ise bugünkü koşullarda bir tahminde bulunmak çok zor.
Fakat bütün bu olası gleişmelerden bağımsız olarak kurumlar ve siyasi partiler arasında ve siyasi partilerin kendi aralarındaki gerginlik azaltılmalıdır.
Normal demokratik sürecin sekteye uğraması iktidar partisinin olduğu kadar muhalefet partilerinin de çıkarına değildir. Bütün partilerin hiç değilse en temel konularda bir oydaşmaya varmaya çalışmaları ülkenin şiddetle ihtiyaç duyduğu çatışmasız ve dingin bir ortamın yaratılmasına hizmet edecektir.
Partilerden bugünkü kritik durumda daha sorumlu hareket etmelerini beklemek hakkımız değil mi?