Paylaş
ÜÇ gün önce, CNN Türk'te bir yayına katıldıktan sonra eve dönerken beni götüren şoför programın hangi konuda olduğunu sordu. ‘‘Kıbrıs ve Avrupa’’ cevabını verdim. ‘‘Ukalalık saymazsanız bir iki şey söylemek istiyorum’’ dedi ve devam etti: ‘‘Anlayamıyorum. Şu Kıbrıs sorununu niye hálá çözümleyemiyoruz. Bir uzlaşmaya varılsa da Kıbrıs Türkleri AB'ye girse fena mı olur? Bize gelince, aslında Avrupa Birliği'ne girsek de olur, girmesek de. Fakat kendi kendimize hiçbir şey beceremiyoruz. Sırf bu nedenle girmekte yarar var.’’ Sağduyunun sesi! KKTC'de de halkın çoğunluğu ne istediğini biliyor. 1964-74 yılları arasındaki acı deneyimleri bir daha yaşamamak için Türkiye'nin etkin garantisini ve aynı zamanda AB'ye girmenin ekonomik ve sosyal avantajlarını arzuluyor.
***
24 Kasım'da Ankara'da KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'ın katılımıyla yapılan zirve toplantısında ise sağduyunun ve akılcılığın hákim olduğunu söylemek son derece zor. Meseleler birbirine karıştırıldı ve görkemli bir mizansen ile ters tepki yapacak bir meydan okuma politikası benimsendi. Oysa Ankara ve Lefkoşa reaksiyonlarını birlikte değil, ayrı ayrı göstermeliydiler. 8 Kasım'da sunulan Katılım Ortaklığı Belgesi'nin (KOB) muhatabı Ankara'ydı. Yine aynı tarihte BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın taraflara bildirdiği fikirlerin muhatabı KKTC idi. Türkiye, AB nezdinde girişimlerde bulunurken Denktaş Ankara'da değil, fakat Lefkoşa'da Annan'a cevap vermeliydi. İki tepki arasındaki ilişki kimsenin gözünden kaçmazdı. Türkiye de siyasetinde esnekliğe yer bırakmayan bir yola sapmamış olurdu.
***
Ne yazık ki iş bu kadarla da kalmadı. Başbakan Ecevit, zirveden sonra yaptığı açıklamada soruna bir de derin stratejik boyut ekledi. Bakü-Ceyhan petrol boru hattının güvenliği için çözümsüzlüğün ve KKTC'nin bugünkü statüsünün aynen sürdürülmesi gerektiği anlamına gelen sözlerle hatayı katmerledi.
Biraz düşünelim: Kıbrıs sorununun bugün güvenlik kapsamında hangi parametreler içinde çözümleneceği aşağı yukarı belirgin hale geldi. Garanti Antlaşması ve onun tetiği görevini gören Kuzey Kıbrıs'taki Türk askeri mevcudiyeti devam edecek. Güneyde Yunan askeri birlikleri bulunacak. Bunun dışında Kıbrıs'ın kendi ordusu olmayacak. İngiltere üslerini muhafaza edecek. Bu durumda Bakü-Ceyhan'a Kıbrıs'tan tehdit nasıl gelecek? İngiliz üslerinden mi? Yoksa Yunanistan, ABD'nin Batı'nın enerji güvenliği için desteklediği bir tesise mi saldıracak? Türkiye'ye bir gaz boru hattı ile bağlanması öngörülen Mısır acaba potansiyel bir tehlike mi? İsrail'den korkulabilir mi? Ya Suriye? O zaten kara komşumuz, onu yola getirmek için Akdeniz'e ihtiyacımız yok. Bir ihtimal daha var. Rusya donanmasını gönderirse? O takdirde de 6'ncı Amerikan filosu herhalde sinek avlamayacak.
***
Bir başka nokta: Bakü-Ceyhan projesi için Kıbrıs'ta çözüme karşı çıkarsak ABD'nin projeye desteği zayıflamaz mı? ABD'yi bir tercihe zorlamak akıl kárı mı?
***
Ankara Zirvesi'nin bir diğer üzücü tarafı üzerinde durmak istiyorum. Toplantıda Genelkurmay Başkanı da hazır bulunduğu için TSK'nın AB üyeliğine ve Kıbrıs'ta çözüme karşı oldukları yolundaki söylentiler yeni bir ivme kazandı. Ben TSK'nın böyle bir tutum içinde olduğuna inanmıyorum. 12 Eylül döneminde bakanlık yaptım. O zaman askerler, Avrupa'dan kopmamak ve Kıbrıs'ta makul bir çözüm bulmak politikasına, bazı Avrupalıların kibirli davranışlarının yarattığı infiale rağmen, sonuna kadar destek verdiler. TSK'nın siyasi ve ekonomik güvenlik olmadan askeri güvenliğin fazla bir değer taşımadığını bilmemesine imkán yok.
İçinde bulunduğumuz fikir ve kavram kargaşası içinde en iyi çarenin Mehmet Ali İrtemçelik'in AB için referandum önerisi olduğuna gittikçe kanaat getiriyorum. Halkın sesini dinlemeye her zamandan fazla ihtiyaç var.
Paylaş