TÜRKİYE çapında bir devletin çok boyutlu bir politika gütmek istemesi aslında doğaldır. Ancak temel öncelikler üzerindeki odaklanmayı zayıflatmak pahasına değil.
Son zamanlarda Türkiye’nin 17 Aralık 2004 AB zirvesinde alınan karar gereğince bu yılın ekim ayında başlayacak üyelik müzakerelerine yönelik hazırlık çalışmalarında ve yapılanmada gevşek davrandığı intibaı zaten oldukça yaygın. AKP hükümetinin işi yavaştan almasının artık bir süre başka ufuklara yönelmek isteğinden kaynaklandığı, Brüksel’de cereyan eden bazı tatsızlıkların AB çevrelerinde olduğu kadar Türk heyetinde de bir bezginlik yarattığı yolunda yorumlar da mevcut. Başbakan’ın takdir edilecek insancıl düşüncelerle de olsa tsunami felaketine uğrayan ülkeleri günlerce ziyaret etmesi, arkasından Balkanlar’a gitmesi bazı soruları akla getirmekten geri kalmadı. Hükûmetin, Türkiye’yi bir ‘merkez ülke’ olarak tanımlayan AKP’li diplomasi uzmanlarınca üretilmiş iddialı teorilerin etkisinde kalıp kalmadığı bu sorulardan biri. Şimdi de kapsamlı bir Afrika açılımı tasarlanmış olması da ister istemez akılları karıştırıyor.
***
Türk diplomasisi uzun yıllardan beri Siyah Kıta’nın cazibesine zaman zaman kapılır, Afrikalı ülkelere ziyaretler tertip edilir, hatta ticareti teşvik edeceği düşüncesi ile bazı ülkelere şilep seferleri düzenlenir, bir hayli kaynak israf edilir ve sonra Afrika dosyası bir süre rafa kaldılır. Anlaşılan yeniden Afrika tutkusuna kapılıyoruz. İyi de Başbakan ziyaretleri, gösterişli ‘çıkarmalar’ ve parlak söylemler dışında Afrika’da ne yapılabilir? Acaba bu konuda ciddi bir inceleme yapıldı mı?
Bugün Sahra’nın güneyindeki Afrika büyük bir facia yaşıyor. Afrika dünyanın diğer bölgelerindeki gelişmelere ters düşen, küreselleşmeye en az ayak uyduran, kanlı iç savaşlar içinde bocalayan, bulaşıcı hastalıkların gittikçe yaygınlaştığı bir kıta. Bakın, Londra’daki ’Uluslararası Stratejik Etütler Enstitüsü’ Başkanı FrançoisHeisbourg‘Batı’nın sonu’ adlı kitabında Afrika hakkında kısaca neler belirtiyor: ’Afrika’nın dünya ticaretindeki payı yalnızca %2,3 oranında. Afrika’nın önemli ihraç maddeleri sadece petrol(dünya petrol ihracatının % 10’u), metaller ve kıymetli taşlar. 2002 yılında dünyadaki yabancı direkt yatırımların ancak %2’si Afrika’ya yöneldi. Petrol zenginliği başka bölgelerde demokrasinin gelişmesine set çekerken Afrika’da ekonomik gelişmeyi engelledi. BM Kalkınma Programı’nın insani gelişme değerlendirmesinde en kötü notu alan 34 ülkeden 30’u Afrika’da. Siyah Kıta ayrıca korkunç bir insanlık dramı yaşıyor. Ruanda’da 1993’te 800 bin kişi katledildi. Kongo Kinşasa’da 600 bin kişi katledilirken 2.4 milyon kişi hastalık ve açlıktan öldü. Nüfusun % 7’si AIDS hastası. Afrika Cezayir’deki Selefilerin desteği ile köktendinci terörizmin savaş meydanı haline gelmek üzere. Petrol zengini ülkelerde yolsuzluk ve eşitsizlik genel kural.’
***
Peki, Türkiye Afrika’daki sorunların aşılmasına nasıl katkıda bulunacak?Ortadoğu ve Kafkasya petrolleri dururken Afrika petrolüne ihtiyacımız var mı? Özel sektörün risk göze alarak girişimleri dışında devlet ne yapabilir?Yoksa dış politikada sürekli yoğun faaliyeti bir başarı kıstası mı zannediyoruz? Belki de BM Güvenlik Konseyi’ne adaylığımıza destek sağlamayı düşünüyoruz. Fakat unutmayalım, BM’de Avrupa grubunda olduğumuz için Avrupalıların desteği olmadan o grubun resmi adayları arasına giremezsek seçilmemiz o kadar kolay olmaz. En iyisi biz yine önceliklerimize dönelim.