Paylaş
GEÇEN hafta Brüksel'de ve Paris'te Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği ile ilgili bazı toplantılara katılmak fırsatını buldum. Brüksel'deki sempozyumda TÜSİAD Başkanı Erkut Yücaoğlu çok olumlu karşılanan etkin ve inandırıcı bir konuşma yaptı,e Türkiye'nin siyasal ve ekonomik sorunları hakkında aydınlatıcı ve kapsamlı bilgiler içeren belgeler dağıttı. Özel sektör Helsinki Zirvesi'nden beri bu nitelikteki çabalarını aralıksız sürdürüyor. Devletin resmi kurumları ise şimdiki aşamada daha çok izleyici gibi davranıyorlar. Ankara'da koordinasyondan sorumlu teşkilatın Genel Sekreterliğine atanması beklenen Büyükelçi Volkan Vural da gerçi sempozyuma iştirak etti ve hükümetin AB politikasındaki kararsızlık ve belirsizliklere rağmen, diplomatik yetenek, deneyim ve bilgisiyle mükemmel bir sunuşta bulundu. Fakat Vural toplantıdan sonra Ankara'ya değil, New York'a döndü, çünkü Ankara'da göreve başlamasına olanak sağlayacak yasal ve idari düzenlemeler bir türlü tamamlanamıyor.
***
Ankara'da neredeyse yedi aydan beri süren hareketsizliğe karşılık AB Helsinki Zirvesi'nde beliren siyasal iradeyi Konsey ve Komisyon'daki teknik kadrolara yansıtmış durumda. İlgili tüm birimler takvime uygun olarak çalışıyorlar ve haziran veya temmuz ayında görüşlerini bildirmesi için Türk hükümetine sunulacak Katılma Ortaklığı taslağını hazırlıyorlar. Türk görüşlerinin alınmasından sonra ise ekim ayında nihai Katılma Ortaklığı belgesi sunulacak ve bu belge üzerinde artık müzakere yapılamayacak. O aşamada Türkiye'den beklenen uygulamaya yönelik bir ulusal program hazırlanmasından ibaret.
***
Üyelik süreciyle ilgili olarak önemli bir başka gelişme, 11 Nisan'da üç yıllık bir aradan sonra Türkiye-AB Ortaklık Konseyi'nin Lüksemburg toplantısı idi. Orada çeşitli alanlarda Katılım Ortaklığı'nda yer alacak kısa ve orta dönemli önceliklerin yürürlüğe konulmasını da izleyecek sekiz alt komite oluşturuldu. Aynı zamanda hizmetlerin serbest dolaşımı ve ihale piyasalarının karşılıklı olarak serbestleştirilmesi konusunda müzakerelere başlanması da kararlaştırıldı. Hizmetlerin serbest dolaşımı, Türkiye'nin Gümrük Birliği çerçevesinde ısrarla öne sürdüğü bir talepti. Şimdi AB isteğimizi kabul etti, fakat gelin görün ki Ankara'da bu konuda da yaprak kıpırdamıyor.
***
AB ile sıkıntılar sadece Ankara'daki ataletten ileri geliyor denemez. Avrupa Birliği'nin çok ciddi kurumsal sorunları var. 12 devletle yürütülen genişleme müzakerelerinde beklenmeyen güçlükler belirdi. Birliğin bir federal yapıya doğru evrimini öngörenler ile karşı görüşte olanlar arasındaki tartışma büyüyor. Diğer taraftan bazı ülkelerde, özellikle Fransa ve Almanya'da Türkiye hakkındaki tereddütler yine su yüzüne çıktı. Türkiye'yi coğrafi bakımdan bile Avrupalı saymayanlar yanında medeniyet ve kültür uyuşmazlığını gittikçe daha fazla vurgulayanlar var. Galatasaray-Leeds maçından önce İstanbul'da iki İngiliz'in öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar ve bunların bir ölçüde dini bir taassubu yansıttığı izlenimi Türkiye'yle ilgili çekinceleri kuvvetlendirmiş.
***
Türkiye için ileri sürülen bir görüş de şu: ‘‘Türkiye üye olursa ve arkasından Rusya da aynı taleple karşımıza çıkarsa ne yaparız?’’ Soru aslında gerçekçi değil. Evet Türkiye bir Avrupa devleti ise Rusya da öyledir, fakat Rusya bugün yine bir imparatorluktur, üstelik statükoyu değiştirmek isteyen bir imparatorluk.
***
Türkiye'nin önündeki yol uzun ve tuzak-engellerle dolu. Bir yandan Avrupa kamuoyundaki saplantı ve önyargıları bertaraf etmesi, diğer yandan AB ile müzakerelerin mümkün olduğu kadar süratle başlamasını sağlaması gerekiyor. Her şeyden önce erteleme ve oyalama politikasına ve alışkanlığına son verilmeli. Aksi halde üyelik umudu çok kolay sönebilir. Türkiye'de açıkça veya içinden bu sonucu isteyenlerin az olmadığı unutulmamalıdır.
Paylaş