BUNDAN iki ay kadar önce İngiliz ‘The Guardian’ Gazetesi’nde 1905’teki İngiltere ile 2005’teki ABD’yi kıyaslayan bir makale yayımlanmıştı.
Makale, 1905’te İngiltere’nin de kendisini dünyanın merkezi olarak algıladığını ve nerede bir kriz veya emperyal çıkarlarına bir tehdit ortaya çıksa hemen müdahale dürtüsüne kapıldığını hatırlatıyordu.
Ne var ki, o zaman da İngiltere, bugünkü ABD gibi artık kaderinin ağırlığı altında ezilmeye başlamıştı. İngiltere’nin gücünün zayıflamasında o tarihlerdeki Boer Savaşı’nın payı büyüktü. Boer’ler ile başa çıkabilmek için Güney Afrika’ya 450 bin kişilik bir orduyu göndermek mecburiyetinde kalmış, uzun bir savaş sonunda Boer’lerin yaklaşık dörtte birini konsantrasyon kamplarında toplayarak ve orada ölüme terk ederek direnişlerini kırabilmişti.
ABD’nin ise bugün Irak’ta ancak 150 bin kişilik bir kuvveti mevcut ve hem isyancılarla hem de savaşın yarattığı ortamda yeni bir kuvvet kazanan El Kaide ve onun uzantısı terörle çatışma içinde. Hiçbir geçerli ve meşru nedene dayanmadığı gün geçtikçe daha iyi anlaşılan Irak Savaşı, din kökenli inanılmaz bir ideolojik saplantının, pusulasız ve pervasız bir politikanın ürünüdür. ABD bu vahim hatanın bedelini ödemeye ve dünyaya ödettirmeye devam ediyor.
* * *
ABD’nin ödediği bedel az değil. Irak Savaşı’nın maliyetinin zaten büyük olan bütçe açığını iyice artırması, sosyal politikaları olumsuz etkiledi. Kamuoyunda Irak macerasına karşı muhalefet gittikçe artarken Katrina Kasırgası’nda yönetimin aczi, Başkan Bush’a bir darbe daha vurdu. Hatalı atamalar ve kararlar, Irak Savaşı’na bağlı yeni ifşalar başkanı gittikçe daha kırılgan hale getiriyor.
Fakat asıl önemli olan Irak Savaşı’nın dünyanın hemen her tarafında yarattığı Amerika aleyhtarlığıdır. Bunun son tezahürünü Arjantin’de, Mar del Plata’da toplanan ‘Amerikalar Zirvesi’nde gördük. Venezüella’nın Başkanı Hugo Chavez, konferans sırasında bir stadyumda kalabalık karşısında ünlü Arjantinli eski futbolcu Maradona ile Bush’a meydan okuyacak kadar ileri gitti.
İşin ilginç tarafı, Bush’un Chavez’in tahriklerine karşı sergilediği nisbi tahammüldür. Bush fazla tepki göstererek Venezüella’da petrol sektöründeki Amerikan yatırımlarını tehlikeye atmaktan çekiniyor! ABD’nin gücünün sınırsız olmadığının yeni bir işareti.
* * *
Mar del Plata’da Bush sadece Chavez’in tahrikleriyle karşılaşmadı. Güney Amerika ülkelerinin bugün büyük çoğunluğu solcu veya sola meyyal başkanların yönetiminde. ABD’nin öncülüğünü yaptığı ‘Amerikalar Serbest Mübadele Bölgesi’ projesine bazı ülkeler karşı çıkarken bazıları da isteksiz davranıyor.
ABD’ye yöneltilen eleştirilerin dozu yüksek. IMF politikaları sürekli kınanıyor. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Topluluğu (NAFTA) üyesi Meksika bile ABD’nin bütün girişimlerine rağmen Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran antlaşmayı onaylayan yüzüncü devlet oldu.
Evet, ABD daha uzun yıllar tek küresel güç olarak kalacak; fakat artık dünyanın her tarafına müdahale edebilecek ve sözünü geçirtecek bir kuvveti yok. Kendi ‘arka bahçesi’nde bile otoritesi yıprandı.
Amerika’nın zayıflamasına duygusal olarak sevinmek belki mümkün; fakat akılcı bir açıdan bugünkü politik ve stratejik dengelerin altüst olmasının sonuçlarını iyi hesaplamakta da yarar vardır.