ABD’de gayrimenkul kredilerinin geri ödenememesinden başlayan kriz, bir buçuk yıl sonunda bütün dünya borsalarını altüst eden ve bugünkü denetimsiz finansal sistemi temelinden sarsan bir krize dönüştü.
Bu buhran gittikçe 1929 depresyonu ile kıyaslanmaktadır. O tarihte hiçbir ülkenin ekonomik çöküntüden kendini kurtaramadığı hatırlanırsa Türkiye’nin şimdiki krizden fazla etkilenmeyeceği, hatta bunun bir fırsat oluşturabileceği yolundaki resmi söylemin çok aşırı bir iyimserlik aksettirdiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır. Nitekim birçok ekonomist, işadamı ve banka genel müdürü Türk ekonomisinin cari açık ve özel sektörün yüksek dış borçları gibi kırılganlıklarını vurgulayarak endişelerini dile getirdiler. Birleşmiş Milletler Asamblesi’nin yıllık toplantısında çok sayıda devlet başkanı krize temas ederken Cumhurbaşkanımızın bu konuya hiç değinmemiş olması da doğrusu yadırgandı.
* * *
Krizin nedenleri özellikle ekonomist olmayanlar için inanılmaz derecede karmaşık. Bazı ekonomistlerin kullandıkları "jargon" da kafaları iyice karıştırıyor. Her zaman olduğu gibi, Mahfi Eğilmez, sorunu, 23 Eylül tarihli Radikal gazetesindeki makalesinde en anlaşılır şekilde ortaya koydu: "Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi kuralsızlığı da yanında getirdi. Sistem öyle hızlı bir değişim içine girdi ki, bankalara konulan kurallar mali sektöre yetmez oldu. Sektör o kuralların dışına taştı. Ya da belki daha doğru bir ifade ile bu kuralların dışına çıkacak enstrümanları hızla devreye soktu. Bu gelişme mali sektörün hacminin reel sektöre göre misliyle büyümesine yol açtı. 2000’lerin başından bu yana dünya %40 dolayında büyümüş durumda. Oysa varlıkların değerini ifade eden káğıtların değeri üç dört kat artmış."
* * *
Evet problemin temelinde bu enstrümanlar ve çeşitli paradan süratle para kazanma yöntemleri var. Bunlardan bir tanesi de açıktan satış yöntemi. Bazı hisse senetlerini bir mali kuruluştan ödünç alıyorsunuz, bunları satarak fiyat düşürüyorsunuz ve dolayısı ile ucuza satın alıyorsunuz, sonra fiyat artışları yanınıza kár kalıyor. ABD ve İngiltere bir süre için bu yöntemi yasakladılar. Vadeli piyasalar da spekülasyonlara çok müsait. Petrol ve altın fiyatlarının inip çıkmasında bu piyasalar çok etkili.
ABD Hükümeti halen büyük bir kurtarma operasyonunun hazırlığı içinde. Bazı batmak üzere olan finans kuruluşlarını zaten bir şekilde devletleştirmişti. Şimdi ise 700 milyar dolarlık bir fon ile zorda olan mali kurumların yardımına gitmek istiyor. Ne var ki Maliye Bakanı Henry Paulson’un planı Kongre’de çok ciddi itirazlarla karşılaştı. Bu tutumun nedenleri arasında Paulson’un gelmekte olan krizi zamanında teşhis edememesi, kendisinin zaten Wall Street kökenli olması ve bu yüzden hakkında kuşku duyulması, 700 milyar dolarlık fonu tamamen kendi kontrolü altında tutmak istemesi gibi faktörler var.
* * *
Diğer taraftan planın münhasıran güçlük içindeki kurumların hissedarlarını korumaya yönelik olduğu, borçlarını ödeyemedikleri için evlerini kaybedenlerin haklarının göz ardı edildiği, vergilerin finanse edeceği fondan vergi mükelleflerine hiçbir avantaj sağlanmayacağı ileri sürülüyor. Batan büyük mali kurumların CEO’larının bazen 64 milyon dolara varan yıllık ikramiye almaları da alerji yaratmaktan geri kalmıyor. Bu satırlar yazılırken Kongre’de ve Kongre ile Beyaz Saray arasında henüz bir oydaşma sağlanmamıştı.
* * *
Evet kapitalist sistemin reformu artık kaçınılmaz oldu. Yatırım bankacılığının da anlaşılan sonu geldi. Denetim ve düzenleme kurumlarına yalnız ülke bazında değil, fakat uluslararası düzeyde de ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor. Tabii meseleye ideolojik yaklaşanlar sosyalizmin erdemlerinden yine bahsetmeye başladılar. Ancak ideolojik kıskaçların ne sonuç verdiğini Sovyet sisteminin ani çöküşü gösterdi. Çin ve Vietnam gibi komünizmde sebat eden ülkeler bile piyasa ekonomisine sarılmaktan başka çare bulamadılar. Sovyet tipi sosyalist sistemi inatla sürdüren Küba’ya ise cep telefonları ve DVD’ler yeni geldi!...