4 Temmuz'da 11 Türk askerinin Süleymaniye'de ABD işgal kuvvetleri tarafından gözaltına alınması ile patlak veren gerginlik daha sonra askerlerimizin serbest bırakılması ve yüksek rütbeli Türk ve Amerikan subayları arasında Ankara'da ortak bir çalışma yürütülmesi ile bir ölçüde hafifledi.
Yine de ABD ile Türkiye arasındaki güven bunalımının aşılması o kadar kolay olmayacaktır. Meselenin iki yönü vardır. Birincisi, olayın nedeni veya bahanesi ne olursa olsun, askerlerinin kabul edilemez davranışları yüzünden, ABD'nin sorumluluğunu kabul etmesi gerekir. İkincisi, Kuzey Irak'ta daha da tehlikeli olabilecek yeni sürtüşmelerin ve gerginliklerin önlenmesini sağlayacak tedbirleri iki ülke birlikte saptamalıdırlar. Ankara'daki toplantıda bu iki konuda da olumlu sonuçlara varılıp varılmadığı bu satırlar yazılırken henüz belli olmamıştı.
* * *
ABD kuvvetlerinin kullandıkları şiddet ve Türk askerinin onurunu inciten eylemleri hiçbir şekilde mazur görülemez... Savaş halinde bile düşman askerlerine bu şekilde davranılmasını uluslararası antlaşmalar yasaklamıştır. ABD işgal güçleri ise eski bir müttefikin askerlerine karşı inanılmaz bir sertlik ve kabalıkla hareket etmişlerdir. Şayet Süleymaniye'deki operasyon Washington'un emri veya onayı ile vuku bulmuşsa ABD resmen özür dilemelidir. İnisiyatif yerel komutanlardan gelmişse sorumluların da ayrıca cezalandırılmaları lazımdır. ABD, Türk kamuoyunun çok haklı beklentilerine cevap vermediği takdirde Türk-ABD ilişkilerinin tamiri çok güçleşir. Buna karşılık, Süleymaniye'deki Türk askeri irtibat bürosu, ABD'nin iddia ettiği gibi asli misyonu ile bağdaşmayan siyasal amaçlı faaliyetlerde bulunmuşsa Türkiye'nin de üzüntülerini bildirmesi ve gereken önlemleri alması yerinde olur.
Problemi daha geniş açıdan ele alırsak şu neticelere varmak kaçınılmazdır. Kuzey Irak'ta halen bulunan Türk kuvvetlerinin ve irtibat bürolarının ABD işgal kuvvetlerinden bağımsız olarak bir işlev görmesi artık mümkün değildir. Irak'a karşı operasyonlar başlamadan önce, ABD ile geniş kapsamlı bir anlaşmaya varılmadıkça, savaş sonrasında Kuzey Irak'ta bir rol oynayamayacağımızı çok iyi biliyorduk. Nitekim, 5 Mart'ta Genelkurmay Başkanı bunu büyük açıklıkla ifade etmişti: ‘‘Konuyu basite indirgersek hiç katılmamakla (Kuzey'den operasyona izin vermemek anlamında) savaştan aynı zararları göreceğiz, fakat zararımızın telafi edilmesi ve savaş sonrasında söz sahibi olmamız asla mümkün olmayacaktır.’’ TBMM'nin kararı ile ABD kuvvetlerinin kuzeyden operasyonlarına set çekilince, ABD ile çok çetin ve zaman zaman kırıcı geçen müzakerelerin ürünü olan anlaşma da geçerliliğini yitirdi. Kaldı ki bugün ABD işgal kuvvetleri Irak'ta sadece fiili otoriteye değil, fakat BM Güvenlik Konseyi'nin 1483 sayılı kararına göre hukuki otoriteyi de temsil etmektedir. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in mayıs ayında CNN Türk ile yaptığı söyleşide, bir güven ortamı tesis edilinceye kadar Kuzey Irak'ta bir Türk askeri mevcudiyetinin devam edebileceğini, ancak bu gücün işgal kuvvetlerinin kontrolü altında olması gerektiğini vurguladığını hatırlatmakta da yarar vardır.
* * *
Bundan sonra ne gibi gelişmeler olabilir? Artık iyice anlaşılıyor ki Kuzey Irak'ta işgal kuvvetlerinin operasyonel denetimi dışında bir kuvvet bulundurmamıza imkán kalmamıştır. Dolayısı ile kuvvetlerimizin statüsü ve işlevi konusunda ya ABD ile anlaşmak veya bu kuvvetleri geri çekmekten başka seçenek gözükmüyor. Aksi takdirde ABD ile aramızdaki güven bunalımı iyice derinleşir ve daha vahim olaylarla karşılaşmak tehlikesi artar. Bu yıl ve gelecek yıl Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin de çok çetin sınavlardan geçeceği hatırlanmalıdır. Bu alanda da zaman unsurunu iyi hesaplayamazsak ve meseleler arasındaki etkileşimi iyi algılayamazsak ABD ile ilişkilerimizde olduğu gibi çok ciddi ve yansımaları belki on yıllar devam edecek açmazlara sürükleniriz. Dış politikamızın tümünü eleştirel bir açıdan irdelemek için ABD ile aramızda çıkan bunalım bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.