AVRUPA Birliği ile üyelik müzakereleri kapsamında sınır aşan sular konusu son zamanlarda sık sık gündeme geliyor.
CHP, AB belgelerindeki ifadelerin Fırat ve Dicle sularının kullanımında hareket serbestliğimizi kısıtlayacağı kanaatinde. Basına yansıyan haberlere göre son MGK toplantısında da, AB’nin kısıtlamaları yürürlüğe girmeden önce Fırat ve Dicle üzerindeki barajların bir an önce bitirilmesi kararlaştırılmış.
Peki AB ne istiyor. AB ilk olarak 14 Nisan 2003 tarihli Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi’nde sular konusuna değinerek Türkiye’nin AB Çerçeve Su Direktifi (SÇD) ve AB’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler çerçevesinde çözülmesini öngörüyor.
Oysa Türkiye, AB’nin atıfta bulunduğu sulara ilişkin üç sözleşmenin hiçbirine taraf değil. Katılım Ortaklığı Belgesi temelinde Türkiye’nin hazırladığı Ulusal Program’da sözleşmelerin tam üyelikle birlikte değerlendirileceği belirtilmişti. Başka deyimle sorun ileriye atılmıştı.
* * *
3 Ekim 2005’te kabul ettiğimiz Müzakere Çerçevesi Belgesi, AB Komisyonu’nun 6 Ekim 2004’te sunduğu Etki Değerlendirme Raporu’na atıf yapıyor. Bu raporda şu ifadeye yer verilmişti: ‘Ortadoğu’da su önümüzdeki yıllarda giderek artan biçimde stratejik bir konu haline gelecektir. Türkiye’nin AB’ye katılımıyla beraber su kaynaklarına ve altyapılarına (Fırat ve Dicle nehirleri havzaları üzerindeki barajlar ve sulama sistemleri, İsrail ve ona komşu ülkeler arasında su alanında sınır ötesi işbirliği) uluslararası yönetimin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.’
Bu yazılış biçiminde iki nokta dikkat çekiyor. Birincisi, Türkiye’nin görüşünün aksine Fırat ve Dicle’nin ayrı ayrı havzalar olarak gösterilmesi ve bu havzalarda sınır aşan boyutta entegre havza yönetimi konseptinin benimsenmesi. İkincisi ise bu konseptin uygulanmasının Türkiye’nin katılımı ile irtibatlandırılmasıdır.
Denebilir ki Türkiye üye olduktan sonra AB, bu alandaki politikaların oluşturulmasında nasıl olsa ağırlıklı söz sahibi olacaktır. Ancak, AB üyeliği bir tarafa, sularla ilgili sözleşmelere taraf olmamamızın bizi ne derecede hukuken serbest bıraktığı araştırılmalıdır. Uluslararası antlaşma ve sözleşmelere taraf olmamak, o belgelerdeki hükümlerin zamanla her ülkeyi bağlayan uluslararası hukuk kuralı haline gelmesini mutlaka engellemez.
* * *
Diğer taraftan AB’nin Çerçeve Su Direktifi’ne ve çevreye ilişkin düzenlemelerine uyum taahhüdünün, su ve çevre konusundaki müzakerelerin başlatılması için bir performans kriteri olarak karşımıza çıkarılması tamamen ihtimal dışı değil.
9 Kasım 2005’te yayımlanacak Gözden Geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi, AB’nin bu alandaki politikasına daha fazla ışık tutacak. Bu belge ilgili kurumlarımızla danışılarak hazırlandığında görüşlerimiz kuşkusuz zamanında bildirilmiştir.
Su meselesi, AB ile müzakerelerde sık sık ortaya çıkacak komplikasyonlara tipik bir örnek. Ama müzakerelerin çetrefil ve çetin olacağını başından beri biliyorduk. Salt milli çıkarlarımızı AB’nin yerleşmiş kural ve politikalarıyla bağdaştırmak büyük sabır ve bir hayli politik ve diplomatik hüner gerektirecek.