HAFTA başında Avrupa ile Akdeniz Ortaklığı konusuna odaklanan ‘Paris Forumu’ toplantısına katıldım. Toplantıların başlıca amacı, 10’uncu yılını tamamlayan ‘Barcelona süreci’ çerçevesinde geniş bir değerlendirme yapmaktı.
Barcelona’da daha önce bu vesileyle yapılan resmi düzeydeki konferansa, Akdeniz ülkelerinin hemen tamamının devlet veya başbakan düzeyinde katılmamaları damgasını vurmuş, ortaklığın başarısızlığını bir nevi simgelemişti.
Biraz da bunun etkisiyle Fransa Cumhurbaşkanı, foruma gönderdiği mesajda bir ‘Akdeniz Politik Sekreterliği’ ve bir ‘Avrupa-Akdeniz Yatırım Bankası’ kurulması gibi öneriler ileri sürdü.
* * *
Avrupa Akdeniz Ortaklığı’nın (AAO) Akdenizli üyelerinden Malta ve Güney Kıbrıs, artık AB üyesi oldular. Türkiye ise üyelik müzakerelerine daha yeni başladı. Genellikle Akdeniz ülkelerinin büyük sorunu, ekonomik açıdan Akdeniz’in iki yakası arasındaki uçurumdur. Kuzeyde fert başına yıllık gelir ortalama 25 bin dolarken Güney’de 3 bin doların altında.
10 yıldır Güney’e gelen uluslararası sermayenin tutarı, yeni AB üyesi Polonya’ya bir yılda gelen sermaye tutarına eşit. Amerikalıların çok büyük gürültü koparan Büyük Ortadoğu projesi ile Barcelona süreci aslında birbiriyle irtibatlı.
Fakat Amerikalıların projesi soyut, içeriği de tartışmalı. Bu projeyi desteklemek için ayrılmış fonlar çok kısıtlı. AB ise AAO kapsamında hiç değilse şimdiye kadar 20 milyar doların üstünde proje finansmanı yapmış.
* * *
Forumda benim katıldığım panelin konusu ‘Avrupa’nın sınırları Akdeniz’de durur mu?’ idi. Panelin diğer üyeleri arasında eski Fransız dışişleri bakanlarından Hubert Vedrine, uluslararası çevrelerde çok tanınan Fas Kralı’nın Müşaviri Andre Azoulay ve bir coğrafya profesörü vardı. Tabii Türkiye’nin üyeliği etrafındaki tartışmalar da kısmen gündeme geldi.
Coğrafya öğesine değinilince şu noktaları vurguladım: ‘Türkiye’nin batısında Balkanlar, kuzeyinde Karadeniz sahili, doğusunda Kafkasya, güneyinde Kıbrıs Avrupa diye tanımlanırken, Anadolu’nun Asya sayılması büyük bir çelişkidir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun daima bir Avrupa devleti olarak algılandığını unutsak bile, Türkiye Avrupa coğrafyasındaki bütün ülkeleri kapsayan Avrupa Konseyi’nin, Avrupa’yı korumak amacıyla kurulan NATO’nun üyesidir. OECD’nin selefi Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na Türkiye yine üye idi. Kaldı ki Türkiye’nin AB üyelik adaylığı sadece Avrupa devletlerini kapsayan Roma Antlaşması’nın 237’nci maddesi temelinde kabul edilmiştir’.
Paneldeki coğrafya profesörü zaten kıtalararası sınırların vaktiyle jeologlar tarafından keyfi bir şekilde çizilmiş olduğunu, bu sınırların bugünkü gerçeklere uymadığını söyledi. İlginç olan, Azoulay’in görüşüydü. Fas’ın 1980’li yıllarda AB üyelik talebinde bulunduğunu anımsatarak Roma Antlaşması’nın Güney Akdeniz’i de kapsayacak şekilde yeniden yazılması gerektiğini söyledi. Tabii bu görüş pek destek görmedi.
* * *
Paneldeki konuşmalarda vurgulanan diğer noktalara bu yazı çerçevesinde değinme imkánı yok. Kaçınılmaz olarak medeniyetler veya kültür çatışmaları üzerinde bir hayli duruldu.
Terörizmin arkasında bütün Müslüman ülkeleri bir ‘umma’ içinde toplamayı hedefleyen ve kimliğin ırktan, milliyetten veya etnik kökenden değil, dinden kaynaklandığında ısrar eden global bir ideoloji iddiasının bulunduğu özellikle vurgulandı.
Bunun her şeyden önce nüfusu Müslüman olan ülkeler için büyük bir tehlike yarattığı açık. Kimlik tartışmalarında dini kimlikten birleştirici bir unsur olarak bahsederken dikkat etmekte fayda var.