ARALIK AB zirvesinin Başkanlık Sonuçları belgesindeki Kıbrıs paragrafı üzerinde bitmez tükenmez bir tartışma var.
Metnin biraz karmaşık bir dilde yazılmış olması da çok değişik ve çelişkili yorumlara elverişli. Örneğin Tükiye’nin ‘gerekli uyarlamalar üzerinde anlaştıktan ve bunları sonuçlandırdıktan sonra’ Ankara Antlaşması’nın uyum protokolünü imzalayacağı yolundaki beyanı ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıma konusundaki çekincesi ile karıştırıldı. Oysa burada söz konusu olan ‘uyarlamalar’ teknik nitelikte. Türkiye Komisyon ile protokolü müzakere ettikten sonra onu ayrı ayrı yeni üyelerle değil, fakat AB Konseyi Başkanı ile imzalayacak ve bu aşamada çekincesini belirtecek. Protokolün onay için TBMM’ye sunulup sunulmayacağı da bildiğim kadarı ile açıklığa kavuşmadı.
* * *
Tanıma konusu dışında Kıbrıs meselesi üyelik müzakerelerinin her kademesinde karşımıza çıkabilecek. Daha müzakereler başlamadan Komisyon’un bir ‘müzakere çerçevesi’ hazırlaması ve bunu Konsey’in tasvibine sunması icap edecek. Güney Kıbrıs dolayısı ile bu aşamadan itibaren güçlük çıkarmaya başlayabilir. Bu nedenle Türkiye için Kıbrıs sorununun 3 Ekim 2005’ten önce çözümlenmesinde sayılamayacak kadar fayda vardır. Ancak, Papadopulos’un uzlaşmaz söyleminin gösterdiği gibi, bu iş o kadar kolay değil. Türkiye’nin ve KKTC’nin Annan Planı’ndaki kazanımları tehlikeye atmamakla beraber bir ölçüde esnekliğe yer veren, gerçekçi ve yaratıcı bir politika üretmeleri gerekir. Bunun için de her şeyden önce geçmişte yapılmış hatalar çok iyi teşhis edilmelidir.
* * *
Dışişleri Bakanı Gül çok haklı olarak Fikret Bilá’ya iki ay daha tecrübesi olsaydı 10-11 Mart 2003’te meseleyi çözümlemiş olabileceğini söylemiş. Evet o tarihte Lahey’de bir fırsat kaçırıldı. Fakat asıl fırsat 12 Aralık 2002’den önce Kopenhag’da kaçırılmıştı. Neden? Çünkü o tarihte bir kere Klerides hálá Güney Kıbrıs’ın cumhurbaşkanıydı. AB Konseyi henüz Güney Kıbrıs’ı üye olarak kabul etmemişti. Cumhurbaşkanı Denktaş ve Klerides referanduma sunulacak metni daha önce imzalayacaklardı ve AB Konseyi taraflar arasında varılan anlaşmaya o andan itibaren kararlarında yer verecekti. Referandumda sorulan soru Annan Plánı’nın kabulü ile AB üyeliğinin kabulünü birbiriyle irtibatlıyordu. Mart 2003’te ise vakit biraz geçmişti. Papadopulos iktidara gelmişti ve Annan Planı’nın hemen bütün hükümlerine karşıydı. AB Konseyi ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni üye kabul etmek kararını almıştı. 16 Nisan 2003’te katılım antlaşması imzalanacaktı. Papadopulos vakit kazanmağa çalışıyordu ve Denktaş’ta en iyi müttefikini bulmuştu.
* * *
Bu vahim hataya katkıda bulunan birçok unsur mevcut. Her şeyden önce Cumhurbaşkanı Denktaş Annan Planı’nı kendi çözüm, daha doğrusu çözümsüzlük konseptine uygun bulmuyordu. Türkiye’de Denktaş’a, devletin zirvesine kadar uzanan kuvvetli bir kurumsal destek vardı. Medyanın ve akademiyanın önemli bir kısmı, sağ ve sol politik radikalizm ve muhalefet çözüme karşı cephe almışlardı. Yeni AKP iktidarının dürtüleri doğruydu, fakat Annan Plánı’nı reddetmenin sonuçlarını açıkça algılayamıyordu. Bazı kendi teorisyenleri bile Türkiye’nin bölgesel ve hatta küresel statejisinin Kıbrıs üzerinde odaklanmasına taraftardılar.
* * *
Bu teşhisten hareketle, günün birinde Kıbrıs ile AB arasında tercih yapmak mecburiyetinde bizi bırakmayacak, yeni zamanlama hatalarını önleyebilecek, kurumsal oydaşmaya dayanan bir düşünce modeline acilen ihtiyacımız var.