AB üyeliği ve çevre

AVRUPA Birliği Komisyonu’nun Etki Raporu’nun çevreye ilişkin kısmında Türkiye’nin yapacağı olumlu katkılara yer verildiğini görüyoruz.

Rapor, Türkiye’nin katılımı ile sınır ötesi hava kirliliğinin azalabileceğini, Karadeniz’deki su kalitesinin iyileşebileceğini, Avrupa’nın Türkiye’ye özgü çeşitli bitki ve hayvan türleri ile zenginleşeceğini belirtiyor.

Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı’nın (TEMA) incelemeleri de zaten Türkiye’deki ekolojik tarımın, doğal ormanların ve biyolojik çeşitliliğin AB için çok önemli bir artı olacağını ortaya koymaktadır. Türkiye’de hektar başına kimyevi gübre kullanımı, AB’nin üçte biri oranında, tarımsal ilaç kullanımı yarısı kadar. Bazı alanlarda ise bunlar daha hiç kullanılmamış.

Ormanların yüzde 93’ü doğal ormanlar, Avusturya ve Almanya’da bu oran yüzde 0.1’in altında. Türkiye biyolojik nüfus bakımından da çok zengin. Avrupa kıtasının kendine özgü bitki türlerinin sayısı 3500, sadece Türkiye’de ise 3022 ve daha yeni türlerin keşfedilmesi bekleniyor. Yine Avrupa kıtasında kuş türlerinin toplam sayısı 520, yalnızca Türkiye’de 446. Türkiye üye olduğu zaman AB’nin biyolojik zenginliği ikiye katlanacak.

* * *

Çevre açısından böyle bir potansiyel var. Fakat AB raporu madalyonun öbür yüzünü vurgulamaktan geri kalmıyor. Rapora göre Türkiye’nin AB çevre müktesebatını tam uygulamak için yapması gereken kamu ve özel sektör yatırımlarının miktarı, onlarca milyar dolar seviyesinde olacak. Korkutucu bir rakam.

Su ikmali, atık suların toplanması ve atıkların arındırılması ve yok edilmesi çok büyük masraflara yol açacak. Özellikle endüstri, AB standartlarına uymak için büyük yatırımlara girişmek mecburiyetinde kalacak. Entegre kirlenmeyi önleme ve kontrol kurallarının uygulanması Türk sanayiini çok zorlayacak.

AB üyesi ülkelerde olduğu gibi makul ölçüde masrafla kurallara uymayan fabrikaların kapatılmasından başka çare kalmayabilir. Hava kalitesinin düzeltilmesi ancak büyük bir çabayla mümkün olacak.

* * *

Etki Raporu ayrıca doğanın korunmasının ekonomik ve çevre çıkarlarının çatışması yüzünden Türkiye için zor olacağına dikkat çekmiş. Rapor Türkiye’nin ulusal ve bölgesel düzeyde çevre sorunlarını çözme kapasitesinin yeni AB üyelerinin katılım sürecinin başındaki durumlarına kıyasla daha az gelişmiş olduğunu belirtiyor.

Türkiye’nin çevre politikasını etkin bir şekilde yönetecek bir idari yapı oluşturulmasının belki on yıl alacağının da altını çiziyor. Su kaynaklarının yönetiminin ve bunun gerektirdiği altyapının geliştirilmesinin Türkiye’nin üyeliği bağlamında gittikçe önem kazanacağını vurguluyor.

Raporun üzerinde durduğu bir başka nokta da Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü henüz onaylamamış olması. Bu onayın neden geciktiğini bilmiyorum. Ya öncelik verilmemesinden kaynaklıyor veya yüklediği sorumlulukların altından kalkılamayacağı düşünülüyor. Her iki olasılık da çevre konularında daha çok mesafe kat etmemiz gerektiğini doğrular niteliktedir.

* * *

2004 İlerleme Raporu, Etki Raporu’nun vurgu yaptığı noktaları daha ayrıntılı bir biçimde ele almış. Orman ve Çevre bakanlıklarının birleştirilmiş olmasını yerinde buluyor. Fakat Etki Raporu gibi yönetim kapasitesinin daha fazla geliştirmesi gerektiğini ifade ediyor ve sorumluluklar arasındaki örtüşmelere son verilmesinin önemine değiniyor.

AB raporlarının sırf çevreyle ilgili bölümlerinin irdelenmesi bile Avrupa Birliği müktesebatının uygulanmasının ne kadar büyük çaba icap ettirdiğini ve ne kadar vakit alacağını kanıtlıyor.

17 Aralık’tan sonra kaybedecek bir saniyemiz yok. Her bakanlığımızdan, her kuruluşumuzdan, kamu sektörümüz gibi özel sektörümüzden uyum sürecine sürekli katkı beklenecek. Müzakere süreci kadar onun arka planı önemli.
Yazarın Tüm Yazıları