AB süreci zorlanıyor

TÜRKİYE’nin, Gümrük Birliği Protokolü’nün imzalanmasıyla eşzamanda sunduğu tek taraflı deklarasyona karşı AB ülkelerinin üzerinde çalıştıkları karşı deklarasyonun metni üzerinde 7 Eylül’de yapılan Daimi Temsilciler Konseyi’nde bir mutabakat sağlanamadı. Konu 14 Eylül’de tekrar ele alınacak.

Bütün tarafların üzerinde anlaştıkları konu, protokolün eksiksiz ve ayrım yapılmadan uygulanması, başka bir deyimle limanlarımızın Kıbrıs Rum gemilerine ve uçaklarına açılması. Uygulamanın 2006 yılında başlaması öngörülüyor. Uygulama ayrıca izlemeye alınacak.

Türkiye bu konuyu gelecek yıla ertelenmiş bir güçlük olarak görüyor; fakat gelecek yıl sorunun nasıl çözümleneceği belli değil. İngiltere Dışişleri Bakanı, dün yaptığı bir konuşmada üyelik müzakerelerinin başlamasını yine kuvvetle destekledi; fakat tek taraflı deklarasyonun bir bakıma taktik bir hata olduğunu belirtmekten geri kalmadı.

***

Karşı deklarasyon taslaklarıyla, aynı zamanda Türkiye’nin ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ dahil bütün AB ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesi talep ediliyor. Bu formülasyona anlaşılan Ankara’nın fazla bir itirazı yok. Fakat bazı ülkeler ‘ilişkilerin hukuken normalleştirilmesi’ denmesini istiyorlar. Bu yazılış biçimine, tanıma anlamına geldiğinden itiraz ediyoruz ve ‘hukuken normalleştirme’ diye bir kavramın uluslararası hukukta mevcut olmadığını ileri sürüyoruz.

Ne var ki Fransa ‘normalleştirme’ kavramıyla yetinmeyip Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımayı taahhüt etmemizi gündeme getirmiş bulunuyor. Fransa’nın bu maksimalist taleplerinin Fransız iç politikasındaki kıyasıya rekabetten kaynaklandığı kuşkusuz. Başkan Chirac gibi Başbakan De Villepin de, Türkiye’nin üyeliğini bloke etmeyi popülist politikasının kilit bir unsuru haline getiren Sarkozy’ye meydanı bırakmak istemiyorlar.

Güney Kıbrıs’a gelince, Fransa’dan aldığı destekle sesinin tonunu gittikçe yükseltiyor ve karşı deklarasyon konusunun özel bir bakanlar toplantısında ele alınmasını sağlamaya çalışıyor.

***

Fransa’nın bugünkü tutumu, daha geçen yıl Kıbrıs’taki referandumlardan hemen sonra takındığı tutumdan çok farklı. 25 Nisan 2004’te Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında bakın neler vardı:

’Fransa her zaman desteklediği Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini öngören planın adadaki referandumlar sonucunda reddedildiğini not eder ve BM Genel Sekreteri’nin çabalarını yenileyeceği umudunu belirtir. 1 Mayıs’ta Kıbrıs’ın AB’ye katılması ancak iki toplumun yeniden bir araya gelmesiyle gerçek anlamına erişecektir. Bu çerçevede Fransa, 2002 Kopenhag AB Konseyi toplantısının sonuçlarına uygun olarak, komisyonun, adanın kuzeyinin ekonomik gelişmesine ivme vermeye ve onu AB’ye yakınlaştırmaya yönelik önlemler önermesini temenni eder.’

Fransa’nın o zamanki yaklaşımı ile bugünkü tutumu arasındaki fark muazzam. Fransa gibi bir devletten beklenemeyecek bir çelişki,bir tutarsızlık,bir ahde vefasızlık ile karşı karşıya bulunuyoruz.

Geçen yıl Hollanda dönem başkanlığının Mehmet Ali Talat’a ilettiği bir görüşü hatırlatmak da yararlı olacak. Bunda, AB’nin, Kıbrıs meselesiyle ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi’nin veya Genel Sekreter’in yetkilerine müdahale niteliğinde hiçbir karar almayacağı ve hiçbir eylemde bulunmayacağı vurgulanıyordu.

Oysa çözümden önce Güney Kıbrıs’ın tanınmasını istemek, bir çözüm dayatmaktan başka anlama gelmez.

***

AB ile güçlüklerimiz Kıbrıs meselesinden ibaret kalmıyor. Müzakere çerçevesi belgesine ‘ayrıcalıklı ortaklık’ gibi Türkiye’nin kabul edemeyeceği kavramlar sokmak çabalarından henüz vazgeçilmiş değil. Önümüzde çok çetin üç hafta var. Fakat yanız değiliz.

Almanya’nın şimdiki hükümeti, İngiltere, İtalya ve İspanya, Türkiye’ye verdikleri sözü tutuyorlar. Dönem başkanı olarak İngiltere, 3 Ekim’de müzakerelerin başlayabilmesi için olağanüstü bir gayret sarf ediyor. Türkiye sorunu, AB için de çok büyük bir sınav niteliğinde ve üyelerin bir kısmı bunun farkında.

Türkiye ise kırılgan bir ülke olmaktan çok uzak. 3 Ekim’de bir düş kırıklığının yaratacağı sarsıntıyı atlatacak güce ve tarihi deneyime sahip.
Yazarın Tüm Yazıları