ÖNEMLİ ölçüde AB’nin genişlemesine karşı tepki yansıtan Fransa ve Hollanda referandumlarından sonra Türkiye’nin üyelik sürecinin daha da güç hale gelmesi zaten beklenmekteydi.
Büyük olasılıkla 3 Ekim’de üyelik müzakerelerinin başlayacağı; fakat özellikle Kopenhag kriterlerine uyum alanında Türkiye’nin AB üyeliğine muhalefet eden ülkelerin çok daha katı bir tutum sergileyecekleri de öngörülüyordu.
Bu durumda Türkiye’nin normal olarak bu kriterlere uyma çabalarını yoğunlaştırması ve hızlandırması, meseleleri teker teker ele almaktan vazgeçerek bütün siyasi ve hukuki sorunları kapsayan tutarlı bir politika geliştirmesi, AB ile diyaloğu derinleştirmesi gerekirdi. Bunu yapamadığımızın en güzel kanıtı, Başbakan’ın 15 Haziran’da AB ülkeleri büyükelçileriyle yaptığı yemekli toplantıdır.
Doğrusu isterseniz, bu yemekte AB Dönem Başkanı adına konuşan Hollanda Büyükelçisi’nin söyledikleri yenilir yutulur gibi değil. Eleştirilerinin üslubu ve dozu hakkında basının verdiği bilgiler karşısında irkilmemek imkánsız. Fakat bunun yanında Başbakan’ın Erzurum Üniversitesi’ndeki olaylardan ve türbanlı eşlerin Çankaya’ya gidememesinden şikáyeti de şaşırtıcı.
Tayyip Erdoğan yalnızca Başbakan değil, aynı zamanda TBMM’de ezici çoğunluğa sahip bir partinin lideri. Kendisi bu meseleleri çözemiyorsa AB ne yapsın? AB’nin hükümetten başka muhatabı olabilir mi?
***
2002 yılından beri Anayasa’da yapılan değişikliklere, 400’den fazla yasa çıkarılmasına ve uygulamayla ilgili çabalara rağmen Türkiye’nin siyasi ve hukuki reform gündemi hálá çok kabarık. Vakıflar ve İskán yasa tasarıları AB tarafından dikkatle irdeleniyor.
İşkence ve kötü muameleyle mücadelenin kuvvetlendirilmesi, Kürtçe ve diğer dillerde yayınların yerel radyo ve televizyonlarda da yapılması, köye dönüş sürecinin hızlandırılması ve terörle mücadele yıllarındaki zararların karşılanması alanlarında daha yapılacak bir hayli iş var.
TBMM’ye yeni sunulan Vakıflar Yasa Tasarısı konusunda AB çok kapsamlı eleştiriler ileri sürmekte gecikmedi. Özellikle, gayrimüslim azınlık vakıfları hakkında daha önceki yıllarda çıkarılan yasaların, yargı kararlarının ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün uygulamalarının neden olduğu haksızlıkların tamiri açısından yeni yasanın yeterli olmadığı görülüyor.
***
AB’nin başlıca itirazlarından birincisi mülhak, başka bir deyimle Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından doğrudan yönetilen dini vakıflar sisteminin devam ettirilmesi. AB bu statüyü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerine aykırı buluyor. İkinci itiraz, vakıfların taşınmazlarına ilişkin.
1974’te Yargıtay’ın bir kararıyla vakıfların 1936’dan sonra sahip oldukları taşınmazların tümü Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aktarılmış ve Genel Müdürlük de bu taşınmazların önemli bir kısmını üçüncü şahıslara satmıştı. Şimdi yeni yasayla genel müdürlüğün elindeki taşınmazlar asli sahiplerine iade ediliyor; ancak üçüncü şahıslara satılmış olan taşınmazlar için tazminat öngörülmüyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, tazminat yolu açılırsa bununla başa çıkılamayacağı düşüncesindeymiş. İyi de tazminat için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurular başlamış bile. Mahkeme de bu başvuruları kabul edilebilir buldu. Demek oluyor ki tazminattan kurtuluş yok.
***
Yeni Vakıflar Yasa Tasarısı, insan haklarına ilişkin antlaşma ve sözleşmelerin önceliğini tanıyan Anayasa’nın 90’ıncı maddesine de açıkça aykırıdır.
TBMM, tasarıda gerekli düzeltmeleri mutlaka yapmalıdır. Unutmayalım ki reformlar devlet, toplum ve bireyler için AB sürecinden çok daha önemli.
AB’ye gücenip veya ondan umudu kesip reformları engellemekten daha büyük çelişki ve basiretsizlik olamaz.