AB’nin Türkiye’ye bakışı

AB’nin Türkiye ile üyelik müzakereleri hakkında karar alacağı tarih yaklaşırken, itibarlı bazı Avrupa düşünce merkezleri Türkiye’nin AB’ye girmesinin çeşitli açılardan etkisini irdeliyorlar. Bu çalışmalardan özellikle ikisi dikkat çekici.

Birincisi ‘hükümet politikası için Hollanda Bilimsel Konseyi’nin (HBK)raporu. Türkiye’de nüfusun çoğunluğunun Müslüman olmasının AB üyeliğine engel teşkil edip etmediğini araştırıyor. İkincisi ‘Avrupa’nın Dostları’kuruluşunun ekonomik ağırlıklı olarak hazırladığı çalışma notu. Her ikisi de genellikle Türkiye’nin üyeliğine olumlu bakan bu değerlendirmelerin bugün birincisi üzerinde durmak istiyorum.

***

HBK’nın raporu, dinin Avrupa’nın ortak değerlerinin bir parçası sayılamayacağını, buna karşılık din özgürlüğüne, kültürel ve dini çeşitliliğe ve kilise veya dini cemaat ile devletin birbirinden bağımsızlığına saygının temel bir prensip olduğunu vurguluyor.

Rapora göre AB’de devlet ile kilise arasındaki düzenlemeler ülkeden ülkeye değişiyor: ‘AB ülkelerinin hepsi dinlere karşı tarafsız değildir. Bazı ülkelerde devlet kilisesi vardır. Diğerlerinde bazı dinler veya inançlar ayrıcalıklı bir konum elde etmişlerdir. Dolayısı ile Türkiye’deki durumun kıyaslanabileceği açık seçik bir model yoktur.’

HBK Türkiye’nin, ilham aldığı Fransa’daki kadar devlet ile dini ayırmakla beraber Fransa’nın aksine din üzerinde çok sıkı bir kontrol kurduğu kanaatinde. Raporda çok partili demokrasinin gelişmesi ile İslam’ın gittikçe politik bir öğe haline geldiği ve İslamcı partilerin Atatürkçü devlet kurumlarınca tepki ile karşılandığı belirtildikten sonra bugünkü durum şöyle özetlenmiş:

’1982’den beri bir resmi devlet İslam’ı kurumlaştırılmıştır. Sosyal muhafazakárlık ile milliyetçiliği ılımlı bir İslam anlayışı ile bileştiren bu devlet, dini camiler ve mecburi din dersleri yoluyla topluma benimsetilmektedir. Halkın çoğunluğunun inancını yansıtan devlet İslamı, bir yandan dinin toplumdaki rolünü kabullenirken, diğer yandan onu laik devlet sistemi içinde tutmaktadır.’

***

HBK daha önce yasaklanmış bir İslamcı partinin uzantısı olan AKP’nin, insan haklarına ve çeşitliliğe daha fazla vurgu yaptığını, din ve kültür farklarının değerine inandığını ve laikliği, özgürlüğü kuvvetlendiren bir unsur olarak gördüğünü, halkın büyük çoğunluğunun köktendinciliğe karşı geldiğini, dini hoşgörüyü desteklediğini, şeriatı reddettiğini ve ılımlı partileri tercih ettiğini de belirtiyor.

Raporda eleştirel yorumlar da mevcut. Özellikle laikliği korumak amacıyla demokratik sürecin kısıtlanması ve ordunun kendisini sistemin garantörü olarak görmesi tenkit edilmiş.

AB’nin bu duruma son verilmesi için kapsamlı reformlar talep ettiği hatırlatılıyor. Ne var ki bu reformlar geniş ölçüde zaten gerçekleştirildi.

***

HBK’nın değerlendirmelerinin bir kısmı kuşkusuz Türkiye’de bazı çevreler tarafından yadırganabilir, hatta tepki çekebilir. Fakat önemli olan raporun vardığı sonuçtur.

Bunda Türkiye’de laik ve hukuka dayalı demokrasi sisteminin köklü olduğu, Türkiye’de nüfusun büyük çoğunluğunun Müslüman olmasının Türkiye’nin AB üyeliğine bir engel oluşturmadığı vurgulanıyor. Bu gibi raporların, Türkiye’deki gerçekleri Avrupa kamuoyuna anlatmak bakımından çok faydalı olduğu muhakkaktır.

Ne var ki, zinayı suç sayan çağdışı bir görüşün AKP tarafından benimsenmesinin, yansıtmak istediğimiz imajla taban taban zıt olduğunu bilmek gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları