Paylaş
MESUT Yılmaz'ın Avrupa Birliği üyelik sürecine hazırlık çalışmalarından sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak hükümete katılması, kuşkusuz birçok açıdan olumlu bir gelişme. Yılmaz şimdi koalisyonda kurumsal ve direkt bir sorumluluk üstleniyor. Bu sorumluluk kendisine verilen AB görevi ile sınırlı olamaz. Yılmaz bundan böyle 57'nci hükümetin tüm politikasının ve çalışmalarının yönlendirilmesinde kilit bir rol oynayabilir ve oynamalıdır. Gerçekten koalisyonun diğer iki ortağı, dünyadaki küreselleşme ve bölgeselleşme akıntısına karşı kürek çekmekten bir türlü vazgeçemediklerini her gün ispatlıyorlar. Mesut Yılmaz ise koalisyondaki tek dünyaya açık ve siyasal, ekonomik liberalizme inanmış bir partinin lideri.
***
Yılmaz'ın mesaisinin büyük bir bölümünü AB üzerinde yoğunlaştıracak olması, ayrıca sevindiricidir. ANAP Lideri son zamanlarda gerek demokratikleşme, gerek AB üyeliğinin Türkiye açısından önemi konusunda yapıcı mesajlar verdi. Hatta Türkiye'de Avrupa ile bütünleşmeden rahatsız olan geniş bir kesimin mevcudiyetine dikkat çekti. Yılmaz'ın bu açılımı yabancı basında da yankı bulmaktan geri kalmadı. Helsinki AB zirvesinden sonra ‘‘Brüksel'in yolu Diyarbakır'dan geçer’’ sözleri anımsatıldı.
***
Mesut Yılmaz'ın, hükümetin AB'ye karşı çelişkili söylem, bilinçli geciktirme ve ihmal ile sık sık gerginlik yaratma politikasını ne derecede değiştirebileceğini zaman gösterecek. Ancak Yılmaz'ın da kendisini yenilemesi gerektiği unutulmamalıdır. Eskiden sergilediği bazı sivri davranışları tekrarlamaması, müzakere üslubunda daha esnek ve dikkatli olması, muhataplarını inciterek ani çıkışlardan kaçınması çok isabetli olur. Yılmaz'ın iç politikadaki dosya hákimiyetini dış politikada pek gösteremediği de bir gerçektir. Her nedense politikacılarımız, hatta bazen dışişleri bakanları, dış politikanın konuların derinliğine girmeden yürütülebileceğini sanırlar ve bu nedenle çok defa muhatapları ile konuşmalarında basit genellemelerle durumu idare etmeye çalışırlar. Sıkışınca da sözü dışişleri teknisyenlerine bırakırlar.
***
Başbakan Ecevit, görev sürtüşmelerini önlemek için Yılmaz'ın AB üyeliği ile ilgili iç çalışmaların koordinasyonundan, Dışişleri Bakanı'nın ise bütün dış müzakerelerden sorumlu olmasını kararlaştırdı. Fakat bu görev taksiminin fiiliyatta güçlük çıkarmadan uygulanması zor. Dışişleri Bakanı'nın münhasır yetki alanına giren dış politika meseleleri ve AB'nin güvenlik ve savunma siyaseti gibi konularda sorun çıkmaz. Fakat bunların dışında Başbakan Yardımcısı'nın AB kurumları ve yetkilileri ile diyaloğun tamamen dışında kalması mümkün değil. Politik, hukuki, ekonomik ve sosyal çok geniş bir sahayı kapsayan Kopenhag kriterleri hakkındaki görüşmeleri bu kriterlere uyumun eşgüdümünü yapan Başbakan Yardımcısı ve ona bağlı Genel Sekreter'den daha iyi kim yürütebilir?
***
AB'ye üyelik sürecinin kritik noktası bir an önce müzakerelere başlamaktır. Oysa müzakerelere başlamak için gerekli koşulların yerine getirilmesinde bugüne değin büyük mesafe kat edilmedi. Gerek iç gerek dış sorunlar açısından yeni yaklaşımlar ortaya çıkmadı. AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen'in son Ankara temaslarının sıkıntılı geçtiği şeklindeki haberlerin kaynağı burada aranmalıdır. Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine en geç 2004 yılında girişilmesi gibi bir hedef tayin ederek buna göre düşünce modellerimizi ayarlamazsak, aslında cumhuriyetin temel prensipleri ile çatışmayan Kopenhag kıstasları hakkındaki vehimlerimizi terk etmezsek, gereken hukuki ve idari reformları sürüncemede bırakırsak ve Kıbrıs ve Ege sorunlarının kendiliğinden mucizevi bir şekilde çözümleneceği inancını sürdürürsek müzakereler sürekli ertelenir ve sonunda üyelik konusu daha önce de olduğu gibi rafa kalkar. Türk kamuoyunun çok geniş bir çoğunluğu Başbakan Yardımcısı ile Dışişleri Bakanı'nın el ele vererek uyumlu bir işbirliği içinde üyelik sürecine nihayet ivme kazandırmalarını beklemektedir.
Paylaş