AB yıl sonunda Türkiye ile üyelik müzakerelerinin 2005 yılı içinde başlaması kararını alacak mı, yoksa işi yine başka bir bahara mı bırakacak? Bu konuda sık sık dile getirilen iyimserliğin ne kadar gerçekçi olduğu henüz belli değil.
Evet, hükümetler düzeyinde kuvvetli desteklerimiz var. Avrupa’nın saygın eski politikacıları ve düşünce merkezleri, Türkiye’nin üyeliğinin AB için siyasi, stratejik ve kültürel artılarını öne çıkarıyorlar, ekonomik ve demografik yükün çok ağır olmayacağını vurguluyorlar. Fakat ne de olsa son sözü komisyonun 6 Ekim’de açıklayacağı rapor üzerine AB Konseyi söyleyecek.
***
Komisyonun tereddüde yer bırakmayacak bir açıklıkla müzakerelere yeşil ışık yakması, 25 üyenin aralarında anlaşmasına bağlı. Şimdiki halde kesinlikle bu eğilimde bulunanların sayısının çok yüksek olmadığı bir sır değil. Raporun bir ilk taslağının pek olumlu sayılamayacağına dair haberler var.
Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Verheugen’in Türkiye ziyareti sonunda varacağı kanaat, raporun son şeklini kuşkusuz etkileyecek. Aralık ayında oydaşma ile karar verecek olan konsey üyesi hükümetlere gelince, onlar içinde, net olmayan, ikircikli bir komisyon raporunu bahane ederek müzakere kararını erteletmek isteyecek bir grup mevcut.
Türkiye’nin AB üyeliğini kuvvetle desteklediğini sürekli tekrarlayan Yunanistan ise Patrikhane, Ruhban Okulu ve azınlık vakıflarının taşınmazları konusunda kulis faaliyetleri yürütmekten galiba geri kalmıyor. AB çevrelerinde Türkiye’deki son bazı gelişmeler de sorgulanıyor.
Van’da eski milletvekili Mustafa Bayram’ın tutuklu olan oğlunun kaçırılması bir hayli dikkat çekmiş. Mafyalarla bazı devlet kurumları arasındaki esrarengiz ilişkiler hakkında basınınızda bol bol çıkan haber ve yorumların AB’de sorulara yol açması yadırganmamalıdır. Zinanın suç sayılması yönünde AKP’nin takındığı akıl durduracak tutum da beklenen tepkiyi çekti.
***
Önümüzde iki şık görünüyor: Ya, AB’nin de çok takdir ettiği bir sürü kapsamlı reform yaptık, Kıbrıs meselesinde olabileceği kadar yapıcı davrandık, top bundan sonra AB’dedir deriz. Veya geriye kalan birkaç kritik konuda gecikmeden son bir hamle yaparak komisyon raporunun açık seçik bir tavsiyede bulunmasına katkıda bulunuruz.
Atacağımız adımlar özellikle dernekler, Ruhban Okulu ve azınlık vakıflarına ilişkin. Lozan Antlaşması, azınlıklara her türlü okullar açmak ve yönetmek hakkını verdiğine göre Ruhban Okulu için pragmatik bir çözüm bulmamız kaçınılmazdır.
Yunanistan da Lozan’ı Batı Trakya’da tam uygulamıyor diyebiliriz ve haklı oluruz; fakat bunun AB sürecine bir faydası dokunmaz. 1970’ten sonra azınlıkları yabancı sayan bir zihniyetle el konulan azınlık vakıflarına ait gayrimenkuller sorununun çözümü de süratlendirilmelidir.
2003’te yürürlüğe giren yönetmelik, bu vakıflara mal edinmek ve tasarrufları altındaki taşınmazları kendi adlarına tescil ettirmek hakkını iade etti. Ancak şimdiye kadar tapuya kayıt için yapılan başvuruların sadece yüzde 18’i kabul edildi. Bürokrasiyi alışkınlıklarından vazgeçirmek zor.
***
Bizim bir zaafımız, olmadık zamanda şiddetli tartışma ortamı yaratacak konuları birdenbire ülkenin ve yönetimin gündemine taşımak eğilimidir. Zina meselesinde aynı şey oldu.
Dikkatler ve enerji başka noktalara çevrildi, öncelikler belirsizleşti, kendimizi tutarsızlıklar ve çelişkiler içinde bulduk.
Önümüzdeki haftalarda bütün dikkatimizi AB üzerinde yoğunlaştırmazsak büyük bir fırsatı kaçırabiliriz.