TÜRKİYE, AB’nin güvenlik politikalarına 1999’dan beri büyük önem atfediyor. Bunun çeşitli nedenleri var. Türkiye, jeopolitik konumunu ve NATO’nun ABD’den sonra en büyük ordusuna sahip olmasını, AB’ye üye olma politikasında elindeki belli başlı kozlardan biri olarak görmektedir.
Türkiye, ayrıca Petersberg misyonları denilen kriz yönetimi ve ihtilafların önlenmesine yönelik operasyonların sorumluluğu bir ölçüde NATO’dan AB’ye kaydığı için bu operasyonların dışında kalmak istememektedir. AB operasyonlarının önemli bir kısmı NATO desteğiyle yürütüleceğinden Türkiye, AB ile NATO arasındaki işbirliğine ilişkin düzenlemelerde söz sahibidir.
Türkiye, AB’nin şimdiye kadar Makedonya’da giriştiği ufak çapta ve kısa süreli askeri ve polis operasyonlarına katılmıştır. Bosna-Hersek’te ise görevi NATO’dan devralan "Avrupa Gücü"nde 350 kişilik bir birlik bulunduruyor.
* * *
Avrupa güvenlik politikaları konusundaki terminoloji biraz karmaşık. Basite indirgersek, 1992’de Maastricht AB zirvesinde "Avrupa Dış ve Güvenlik Politikası" oluşturuldu. Bu, AB üyelerinin ortak dış politika hedeflerinin gerçekleşmesi amacıyla işbirliği yapacakları anlamına geliyordu.
1999’da ise "Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası"(AGSP) geliştirdi. AGSP çerçevesinde AB artık Petersberg misyonları için karar mekanizmaları ve operasyonlar yürütebilecek ortak bir askeri kapasite geliştirecekti.
Geçen hafta Sabancı Üniversitesi bünyesindeki Avrupa Politikaları Merkezi ve Avrupa Güvenlik Etüdleri Merkezi (Hollanda), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ASAM) de katılımıyla "Avrupa Güvenlik Mimarisi çerçevesinde AB ve Türkiye" konulu bir konferans düzenlemişlerdi.
Üzerinde özellikle durulan 4 tema vardı: Güvenlik tehditleri konusunda ortak anlayış, Türkiye’nin AB güvenlik politikalarına katkısı, Türkiye’nin AB’ye üye olmasının AGSP’ye etkisi, AGSP ile AB’nin komşuluk politikası arasındaki etkileşim. Bütün bu alanlarda Türkiye’nin katkısının özlü olacağı konusunda bir tereddüt yok.
Kitle imha silahları ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi gibi konularda iki tarafın anlayışları örtüşüyor. Terörizme gelince, kavramsal yaklaşımlarda bir fark yoksa da Türkiye, PKK konusunda bazı AB üyelerinin davranışlarından şikáyetçi.
Türkiye Karadeniz, Kafkasya ve Ortadoğu’nun politik, güvenlik ve enerji ikmali denkleminde kritik bir konumda olduğundan AGSP’ye Türkiye’nin potansiyel katkısının önemi genellikle takdir ediliyor. Komşuluk politikasına gelince, bu politikanın Karadeniz’e ve Kafkasya’ya yönelik uygulamalarında Türkiye yine anlamlı bir rol üstlenebilir.
* * *
Konferanstaki tartışmalar sırasında iki nokta dikkatimi çekti. Katılımcılardan biri, Türkiye’nin "köprü" rolünün abartıldığını, AB ülkelerinin Ortadoğu, Kafkasya veya Orta Asya ülkeleri ilişkilerinde Türkiye’ye ihtiyaç duymaları için bir neden olmadığını, hatta birçok AB ülkesinin bu bölgelerdeki ülkelerle Türkiye’den daha yoğun ilişki içinde bulunduğunu ileri sürdü.
Ona göre Türkiye’nin bu bölgelere etkisinin sıklet merkezi gittikçe ekonomik niteliktedir. Bu görüşte bir gerçek payı var galiba. İkinci altı çizilen nokta, AB ile NATO arasındaki farktır. AB’nin 5’inci maddesi yok. Bir kolektif savunma işlevini hiç değilse şimdiki aşamada üstlenmiş değil.
Dolayısıyla Türkiye’nin NATO’nun ikinci ordusu olmasının AB’ye bir artı getirdiği söylenemez. AGSP’ye Türkiye’nin katkısı daha çok politik nitelikte. Ordusunun katkısı ise büyüklüğünden değil, operasyonel kabiliyetinden ileri geliyor.
AGSP, üyelik süreci ilerledikçe, daha çok tartışılacak. Ancak üyelik sürecini etkileyecek sorunlar arasında önemini fazla abartmamak lazım.