AB Komisyonu’nun yarın açıklayacağı İlerleme Raporu hakkında son günlerde çelişkili haberler duyuyoruz. Yine de raporun artılarının ağır basması ve konseye tavsiyenin tereddüde yer bırakmayacak nitelikte olması ihtimali daha kuvvetli.
Ancak 17 Aralık’ta AB Konseyi rapora dayanarak olumlu karar alsa ve kabul edilemeyecek yöntemler ileri sürmese bile, Avrupa’da Türkiye üzerindeki tartışmaların dinmesi beklenemez.
Anlaşılıyor ki, müzakerelerin seyri ne olursa olsun, Türkiye’nin üyeliği konusundaki belirsizlik devam edecektir. Bu, gerçek müzakerelerin azimle ve sonunda hedefin sağlanacağı inancıyla yürütülmesine engel olmamalıdır. Diğer taraftan, son aşamada Türkiye’nin AB üyeliğinin şu veya bu şekilde bloke edilmesinin bir milli feláket olacağı vehmine kendimizi kaptırmamalıyız. AB üyeliğinin birdenbire sihirli bir elle bütün sorunları halletmediğini unutmamak lázım.
Nitekim, geçen mayıs ayında AB’ye katılan on üye arasında şimdiden bazılarının düş kırıklığına uğradıklarını biliyoruz. ’Budapest Analyses’araştırma kuruluşunun yaptığı bir incelemeye göre, örneğin Macaristan bu kategoriye giriyor. İncelemenin başlıca noktalarını kısaca aktarıyorum:
***
‘Daha önceki ciddi kaygılarına rağmen Macar halkı mayıs ayında AB üyeliğinin kesinleşmesini sevinçle kutladı. Üyeliğe kadar AB’den aldığı yardımlar eğitimin ve yönetişimin geliştirilmesine ve modernleştirilmesine yönelikti. Ekonomiye gelince, ülkenin başlıca sanayi şirketleri zaten 1990’dan beri yabancıların kontrolüne geçmişti.
Katılımdan önce en acil sorun, tarımı rekabete hazırlamaktı ve bunda başarı sağlanamadı. Tarım bölgelerinin AB destek ve yardımlarından yararlanmasını sağlayacak asgari reformlar bile yapılamadı. Macar çiftçileri ancak karmaşık AB direktiflerine uyum sağlayınca hibe yardımlarına hak kazanacaklar. Üyelik dış ticarette büyük bir değişikliğe neden olmadı.
Katılımdan önce de ihracatın yüzde 80’i AB pazarlarına yönelmişti, ithalatın üçte ikisi AB ülkelerinden yapılıyordu. Yatırımlar için Macaristan bir vergi cennetine dönüştürüldüğünden bankalar, danışma şirketleri ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren diğer firmalar, Macaristan’da yatırım yapmayı kárlı buldular.
Katılımdan beş ay sonra genellikle üyeliğin faydalı olduğu görüşü devam ediyorsa da düş kırıklıkları yok değil. Aslında bu durumun sorumlusu AB’den çok, başarısız ekonomik ve sosyal politikalar yürüten Macar hükümetidir; fakat fatura AB’ye çıkartılıyor. Mesela gümrük birliği, artan KDV oranları ve taşıtların vergiye tabi tutulması yüzünden fiyatlarda bir indirime imkán vermedi.
Enflasyon, bütçe açığı ve kamu borçları artmaya devam ettiğinden 2008 için öngörülen EURO bölgesine giriş 2010 yılına ertelendi. Turizm gelirleri azaldı, gayrimenkul fiyatlarında beklenen patlama olmadı, aksine fiyatlar düştü. İstihdamda bir artış gözlenmedi. Politik liderler bütün olumsuzlukların AB direktiflerinden ve fiyat rejimlerinden kaynaklandığını ileri sürüp duruyorlar.
Bütün bunlar kamuoyunu olumsuz etkilemekten geri kalmıyor. Fakat kamuoyunun gözünde asıl kıstas, 2004 yılında AB bütçesinden gelecek yardımlar ile AB’ye ödenecek mali katkı arasındaki fark olacaktır. Şayet AB’ye katkı, yardımlardan yüksek olursa hem AB’nin ve hem de hükümetin prestiji sarsılacak.’
***
Macaristan’ın birkaç aylık tecrübesinden elbette bir sonuç çıkarılamaz. Geçerli bir değerlendirme için birkaç yıl beklemek gerekir.
Kaldı ki Türkiye ile Macaristan arasında temel bir fark var. Macaristan’ın Avrupalılık kimliği otomatikti. AB dışında kalsaydı bile istediği anda birliğe katılabilirdi. Türkiye ise aralıkta treni kaçırırsa bir daha zor yakalar.