İlter Türkmen: AB, Avusturya ve Türkiye

İlter TÜRKMEN
Haberin Devamı

Avusturya'da Jörg Haider'in liderliğindeki aşırı sağ ‘‘Özgürlük’’ partisinin iktidara ortak olmasına AB'nin tepkisi Türkiye'de çok geniş yankı buldu. Türkiye'nin köktendinciliğe karşı aldığı önlemlere eleştirici bir gözle bakan AB ülkelerinin, kendi duyarlıkları sözkonusu olunca, demokrasi kavramlarını değişik bir şekilde yorumlamaktan kaçınmadıkları ve çifte standart uyguladıkları günlerce vurgulandı.

*

Her ne kadar her iki şıkta da toplum için vazgeçilmez sayılan değerlerin korunması sözkonusu ise de çifte standart suçlaması biraz tartışma götürür. Her şeyden önce Türkiye bir AB ülkesi değil, iki ay öncesine kadar aday ülke bile sayılmıyordu. Dolayısıyla Türkiye'deki gelişmelere karşı AB'den kolektif bir hassasiyet beklememek gerekirdi. Avrupa ülkelerinden bazıları, özellikle Fransa, İslam köktendinciliğinin yaratabileceği tehlikenin daha fazla bilincinde olsalar bile, Türkiye'de İran, Afganistan veya Cezayir'deki gibi bir durumun gelişebileceğini pek olası görmediler. ABD ise köktendinciliğin terör boyutundan kaygılanıyordu. Hizbullah katliam ve vahşeti ortaya çıkıncaya kadar böyle bir tehlike algılamamış olması doğal karşılanmalıdır. Bu ortam içinde Refah Partisi'nin kapatılması ve bazı üyelerinin yargılanmaları ile ilgili tenkitler Türkiye'ye yöneltildi. Avusturya olayına rağmen Fazilet Partisi kapatılırsa eleştirilerle yine karşılaşabiliriz. HADEP kapatılırsa reaksiyon daha da fazla olur.

*

Avusturya'da Haider'in partisinin iktidarı paylaşması, başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde aşırı sağı cesaretlendiren bir unsur olarak değerlendirildiği için genel bir endişe doğurdu. Aslında bu endişeyi aynı derecede Türkiye'nin de duyması gerek. Nitekim Başbakan Ecevit bunu ifade etti. Almanya'da 1930'lardaki duruma dönülmesi sözkonusu olamazsa da, aşırı sağın kuvvetlenmesi bu ülkede yaşayan Türkler'i baskı altında bırakır ve Türkiye'nin AB üyeliğine karşı mevcut, oldukça yaygın muhalefeti daha da şiddetlendirir.

Fakat, öyle gözüküyor ki AB'nin tepkisi daha çok platonik planda kalacak. AB içindeki kurumsal işbirliğinden Avusturya'nın dışlanmasına hukuken imkán yok. Avrupa Birliği Antlaşması'nın 6'ncı maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin garanti altına aldığı ve üye ülkelerin geleneklerine dayanan insan haklarına birliğin saygı göstereceğini belirtiyor. Bunun yanında üyelerin milli kimliklerine saygı duyulması prensibi de vurgulanıyor. 7'nci madde ise, 6'ncı maddedeki prensiplerin sürekli ve ısrarlı şekilde ihlali halinde bir üye ülkenin bazı haklarının, özellikle Konsey'de oya katılma hakkının askıya alınmasını öngörüyor. Bunun için Avrupa Parlamentosu'ndan üçte iki çoğunlukla alınmış bir karara da ihtiyaç var. Üyelikten çıkarılma gibi bir yöntem düşünülmemiş.

*

Avusturya'daki durumun 7'nci maddeyi işletmeyi haklı gösterecek bir aşamaya varmadığı kabul ediliyor. Bu nedenle şimdilik tepki ‘‘Özgürlük’’ partisine mensup bakanların elini sıkmamak, onlar konuşurken salondan çıkmak ve kültürel etkinlikleri boykot etmekle sınırlı kalıyor.

‘‘Özgürlük’’ partisi AB'nin temel politikaları açısından sorun yaratmaktan kaçınırsa ve Haider dürtülerini ve ürkücü söylemlerini kontrol edebilirse, AB Avusturya'daki koalisyonla iyi kötü işbirliğini sürdürecek. Ancak meselenin bir boyutu daha var. AB altı aday ülke ile daha üyelik müzakerelerine başlamak üzere. Oysa bu ülkelerde ve halen müzakerelerin ileri bir aşamaya geldiği diğer altı ülkede bile popülist aşırı sağcı partilerin kuvvetlenmesi tehlikesi seziliyor. Avusturya'da yaptırım uygulayamayan AB, bu ülkelerde benzer bir durum oluşursa, onlarla müzakerelerin derhal kesileceği mesajını verdi. Avrupa'daki gelişmeleri bize olası yansımaları açısından çok yakından izlemeliyiz.

Yazarın Tüm Yazıları