AB üyelik sürecinde iki kritik tarih yaklaşırken işler çatallaşmaya başladı.
6 Ekim’de komisyon, Türkiye ile müzakerelere başlanmasını ikircikli olmayan, farklı yorumlara yer bırakmayacak bir şekilde konseye tavsiye edecek mi?
Konsey 17 Aralık’ta Türkiye ile 2005 yılı içinde üyelik müzakerelerine girişilmesine karar verecek mi? Daha kısa bir süre önce bu iki soruya da nispeten iyimser yaklaşmak mümkün iken bugün karamsarlık eğilimi çok daha ağır basıyor.
Avrupa’da Türkiye’nin üyeliği hakkındaki tartışmalarda inisiyatif, üyeliğe muhalefet edenlere geçti. Türkiye’de ise AB politikasını şimdiye kadar başarıyla yürütmüş olan AKP birdenbire bu politikaya tamamen ters düşen saplantılara kendini kaptırdı.
* * *
Avrupa’da bir kere komisyon içinde oydaşma yok. Komiserler arasında Hollandalı Bolkenstein ve Avusturyalı Fischer açıkça Türkiye’nin üyeliğine karşı cephe aldılar. Ayrıca dört komiser daha muhalefet cephesinde gözüküyorlar. Buna rağmen komisyonda kararlar çoğunlukla alındığı için Verheugen’in hazırlayacağı raporun onaylanması beklenebilirdi.
Ne var ki komisyon raporu, 6 Ekim’den önce Ceza Kanunu’nun çıkacağı varsayımı ile hazırlanmaktaydı. Şimdi anlaşılan Başbakan, 23 Eylül’de Verheugen’i zinanın yumuşatılmış bir şekilde Ceza Kanunu kapsamına girmesi konusunda ikna etmeye çalışacak ve bunda başarılı olursa kanunu Meclis’ten geçirecek. Verheugen’in tutumu ise açık: Komisyon raporunun olumlu olması için Ceza Kanunu’nun TBMM’de kabulü gerek.
Kanuna zinanın suç sayılacağı maddesi eklenirse müzakereler belki başlar; fakat madde iptal edilmezse devam edemez. Gerçekler ortada. Zinanın suç sayılmasının erdemine Avrupa’nın politik liderlerini ve kamuoyunu ileride ikna edebileceğimizi zannediyorsak kendimizi fena halde aldatıyoruz.
İkna kampanyasının hangi ortam içinde yapılacağını da bilmiyor değiliz. Fransa’da Giscard d’Estaing yine sahneye çıktı. Bu defa birçok ülkede referanduma sunulacak yeni Avrupa Anayasası’nın Türkiye’nin üyeliğini kabul edilmez hale getirdiğini iddia ediyor. Yeni anayasa, oybirliği gerektirmeyen hallerde kararların üye ülkelerin yüzde 55’i ve AB toplam nüfusunun yüzde 65’i tarafından desteklenmesi kuralını içeriyor.
Giscard’a göre Türkiye’nin nüfusu 2020 yılında Almanya nüfusunu geçeceğinden yeni oy sistemi Türkiye’yi bütün kararlarda en ağır basan ülke haline getirecektir ve bu kabul edilemez. Yeni anayasadaki oy sisteminin sırf Türkiye’yi dışlamak amacını taşıdığını da ileri sürenler var.
Fransa’da ayrıca UDF’nin Başkanı François Bayrou, Millet Meclisi’nde Türkiye’nin üyeliği konusunda bir genel görüşme açılmasını istedi. UMF’nin başkanlığını devralmakta olan Sarkozy ile sosyalistlerin çoğu Türkiye’ye sıcak bakmıyorlar.
Türkiye sorunu, eylül veya ekimde Avrupa Anayasası üzerinde yapılacak referandum öncesi tartışmalarda kilit bir öğeye dönüştü. Almanya’da ise Hıristiyan Demokrat Parti’nin Başkanı Angela Merkel, Avrupa kamuoyunu Türkiye’ye karşı seferber etme misyonunu yüklendi.
* * *
Koşullar zaten zorlaşırken hükümetin ilk yapması gereken şey, zina tartışmasının Avrupa ile yarattığı güven bunalımını süratle sona erdirmekti. Ne yazık ki şimdiki halde bunun tam aksi yapılıyor ve bir inatlaşmaya gidiliyor.
Korkarım ki, Başbakan, alıştığımız son dakika dönüşleri ile Ceza Kanunu’nun hiçbir değişikliğe uğramadan Meclis tarafından kabulüne razı olsa bile, Avrupa’daki imajının aldığı yarayı tamir etmek çok kolay olmayacaktır.
Avrupa kriterlerine ve değerlerine uyum sorununa şimdi galiba bir de inandırıcılık sorununu ekledik.