3 Kasım'dan sonra dış politika

3 Kasım'dan sonra dış politika alanında başlıca üç sorunla karşılaşacağız.

Irak'a olası müdahale, 12 Aralık'ta yapılacak Kopenhag AB zirvesinin üyelik müzakerelerinin başlaması için beklediğimiz tarih hakkındaki tutumu ve AB üyeliği ile bağlantılı olarak Kıbrıs meselesi. Irak'a ilişkin görüşlerimi geçen cumartesi ‘‘Irak konusunda sağduyu’’ başlıklı yazımda belirtmiştim. Bu nedenle AB ve Kıbrıs üzerinde duracağım.

***

Dışişleri Bakanı, AB zirvesinde Türkiye'ye şartlı müzakere veya bir ara formül önerilirse bunun kesinlikle kabul edilmeyeceğini belirtti. Oysa şartsız bir müzakere tarihi beklentisinin gerçekçi olmadığı çoktan biliniyordu. AB Zirvesi olsa olsa, Kopenhag siyasi kriterlerinin tümünün yerine getirilmesi ile bağlantılı bir tarih vaadinde bulunacak. Böyle bir formülü ret mi edeceğiz? AB ile köprüleri mi atacağız? Kopenhag kriterlerini yerine getirmek için bu kadar kanun çıkardık, bu kadar gayret sarf ettik, fakat özellikle uygulama alanında daha bir hayli yol kat etmek gerektiğini her gün kendimiz görmüyor muyuz? Amaç herhalde AB ile zıtlaşmak olmamalıdır. 3 Kasım'dan sonra kurulacak hükümetin daha esnek bir yaklaşım benimsemesinde büyük yarar vardır, çünkü 2002 ve 2003 yıllarında kararı 15 üye alabilecektir. 2004'ten sonra ise 25 ülkenin kararına kalacağız.

Kıbrıs sorununa gelince, Kopenhag zirvesinde Kıbrıs'ın üyeliği hakkında bir karar alınacağı için yoğun bir diplomatik faaliyet var. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın 3 Kasım'dan sonra Türkiye'de hükümet kurulur kurulmaz bir çözüm paketi sunacağı kesinlik kazanmış gibi. Hatta paketin içeriği şimdiden aşağı yukarı biliniyor ve bundan Kıbrıs Rumları tedirgin oluyorlar, çünkü Genel Sekreter'e atfedilen bazı fikirler onları güç durumda bırakacak nitelikte. Örneğin, Denktaş-Klerides görüşmelerinde en çetin engeli oluşturan egemenlik konusunda Türk tarafını tamamen olmasa bile kısmen tatmin edecek bazı formüllerden söz ediliyor. Denktaş Kıbrıs'ta kurulacak yeni devletin halen mevcut iki egemen devletin ortak iradelerine dayanmasını istiyordu, buna karşın Klerides tek taraflı olarak Rumların temsil ettikleri Cumhuriyet'in anayasasının değiştirilmesi ile yetinilmesine taraftardı. Genel Sekreter ise önerilerinde ‘‘iki kurucu devlet’’ kavramına yer vermiş. Kıbrıslı Rumlar, şimdi BM önerilerini Türk tarafı kabul eder ve kendileri reddederse bunun Kopenhag zirvesinde diğer dokuz adayla birlikte Güney Kıbrıs'ın üyeliğinin de kabulünü tehlikeye düşürebileceğinden ciddi şekilde endişe duyuyorlar. Yunanistan ise 1995 ve 1999'daki politika çizgisini sürdürüyor. 1995'te Gümrük Birliği'ne itiraz etmeyerek Güney Kıbrıs ile üyelik müzakerelerinin başlamasını sağlamıştı. 1999'da Türkiye'nin adaylığını kabul ederek Güney Kıbrıs'a bazı koşullar altında çözüm olmadan dahi AB üyeliği kapısını açtırmıştı. Şimdi de Türkiye'ye AB zirvesinde bir müzakere tarihi saptanmasına en büyük desteği vererek Güney Kıbrıs'ın kazasız belasız AB ile Katılım Antlaşması imzalamasına yeşil ışık yaktırmak istiyor. Yanlış anlaşılmasın, Simitis hükümetinin daha geniş bir siyasi vizyonla Türkiye'yi AB içinde görmek istediğinden kuşku duymuyorum, fakat bir yandan Türkiye'yi desteklerken diğer yandan Kıbrıs'ın üyeliğini garantilemek peşinde. Kendi açısından akılcı bir politika.

***

Bir nokta daha. Kofi Annan'ın önerileri hem Kıbrıslı Türkler ve hem de Kıbrıslı Rumlar tarafından kabul edilse bile, 12 Aralık'a kadar ayrıntılı bir anlaşma imzalanması hemen hemen imkánsızdır. Olsa olsa bir çerçeve üzerinde anlaşılır ve müzakereler daha sonra devam eder. Ancak bu arada artık Güney Kıbrıs'ın üyeliği Aralık'ta AB Konseyi tarafından kabul edilmiş olacaktır. Tabii Kıbrıs o tarihten itibaren üye değildir. Nisan 2003'te Katılım Antlaşması imzalanacak, Mayıs 2004'te parlamentolarca onay işlemleri tamamlanacaktır. Katılım Antlaşması on üyeyi de kapsayan bir anlaşma olacak, fakat her üye için ona protokoller eklenecektir. Kıbrıs sorununa çözüm getiren anlaşmanın Kıbrıs protokolüne dahil edilmesi lazımdır. Akla bir soru daha geliyor. Kıbrıs'ta varılacak çözüm, Türkler ile Rumlar tarafından ayrı ayrı referandumlarla onaylanacaktır. Taraflardan biri olumsuz oy verirse, nasıl bir durum ortaya çıkar?

***

Görülüyor ki Kıbrıs sorunu yeni hükümetin başını bir hayli ağrıtacak. Parlamentoda temsil edilmelerini bekleyen siyasi partilerin bugünden Kıbrıs'la ilgili çeşitli opsiyonlar üzerinde yoğun fikri hazırlık yapmaları çok isabetli olacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları