3 Kasım seçimlerinden sonra nasıl bir siyasi tablo ile karşılaşacağımızı kamuoyu yoklamalarına göre ne kadar tahmin etmeye çalışsak da sonunda bir sürpriz olasılığı kuvvetlidir.
Çünkü bu seçimin büyük bir özelliği var. Birçok seçmen bir partiyi iktidara getirmek için değil, fakat iktidardaki partileri tasfiye etmek için oy verecek. Bazıları da inanarak destekledikleri için değil, fakat en az kötüsü olarak algıladıkları partiler için oylarını kullanacaklar. Böyle olmasaydı AKP bu kadar kuvvetli durumda olmazdı. Bir genç işadamı döner ve pilav dağıtarak, müzik şölenleri tertipleyerek, olabileceği kadar basit ve tutarsız bir söylemle % 10 barajına kadar yaklaşamazdı. Bu garip ortamda AKP ile CHP arasında bir koalisyon en cazip formül olarak gözükmeye başladı. Gerçekten belki de başka bir opsiyon bulunamayacak. Merkez sağın çökmesi veya olur olmaz vaatleri ve figüran müttefikleri ile inandırıcılığını gittikçe yitiren Tansu Çiller tarafından tek başına temsil edilmesi büyük bir kayıp teşkil edecektir. Merkez sola gelince, CHP'nin onu ne kadar temsil ettiğinden kuşku duyanlar yok değil. Evet, liderinin liberal bir söylemi var, Kemal Derviş'in mevcudiyeti güven verici, seçim bildirgesi güzel. Fakat CHP kadrolarındaki devletçilik ve jakobenizm zihniyetinin iktidarda hortlamayacağından emin olmak zor. Göreceğiz.
* * *
4 Kasım'da tek bir partinin veya dengeli bir koalisyonun iktidara geldiğini varsayalım. Parlamentonun ve ondan çıkacak hükümetin önünde yığınla öncelikli ve çetin sorun olacak. Bunlardan belki en önemlisi, ilk başta ivedi gözükmeyebilir. Seçim ve partiler kanunlarından söz ediyorum. Oysa Türkiye'de ortalama 3 yılda bir seçim yapıldığına göre, seçim sisteminde gerekli değişiklikler yapılmazsa kısa bir süre sonra yine aynı tıkanıklıklarla karşılaşacağız. Seçimlerden hemen önce bu değişikliklerin gerçekleştirilemediğini de gördük. Bu işe ancak seçimlerden sonraki ilk yasama döneminin başında girişilmelidir. Reformlar kuşkusuz her şeyi çözümleyemez. Uzun yıllar boyunca gelişen bir politik kültürün izleri hemen silinemez. Yine de seçim sisteminin düzeltilmesi politikanın temizlenmesine özlü katkıda bulunur. Bir örnek hemen akla geliyor. Şayet tercih yöntemi bugün yürürlükte olsaydı seçmenler suç işledikleri bilinen çok sayıda adayı büyük bir zevkle oy pusulalarında hemen sileceklerdi. Parti liderleri aday seçiminde daha fazla dikkat göstereceklerdi. Aynı şekilde, baraj % 5'e indirilmiş olsaydı, Meclis siyasi eğilimler açısından çok daha dengeli olabilecekti. Barajın indirilmesinin Meclis'te çoğunluk oluşturulmasını zorlaştıracağı ileri sürülebilir. Ne var ki, bütün eğilimler temsil edileceğinden birleşmeler ve ittifaklar ile daha tutarlı çoğunluklar ortaya çıkabilir.
* * *
Seçim sistemi uzun vadeyi kurtarmak açısından önceliklidir. Yönetimin etkin şekilde çalışmasını sağlayacak koşulların yaratılması ise son derece ivedidir. 57'nci hükümetin sergilediği dağınıklık ve hantallık tekrar edilmemelidir. Özellikle ekonomik sorumlulukların bir elde toplanması kaçınılmazdır. Bütün AB ülkelerinde ekonomi ve maliye tek elden yönetilir, çünkü ekonomiyi kontrol altında tutmanın ve makro ekonomik dengeleri hedeflere göre ayarlamanın başka çaresi mevcut değildir. Bakan sayısının önemli ölçüde azaltılması da yönetimin verimliliğini artırır. Alınması gereken bir önlem de, Bakanlar Kurulu'nun çalışma metoduna ilişkindir. Gecikmelere ve pazarlıklara yol açan, kararnamelerin bütün bakanlarca imzalanması yönteminden vazgeçilmelidir. Bakanlar Kurulu'nun kolektif sorumluluğu kararnamelerin hepsinde bütün bakanların imzasının bulunmasını gerektirmez. Zaten bakanların imzaladıkları bütün kararnameleri dikkatle incelemeleri mümkün değildir.
* * *
Bir önceliğe daha değinmek istiyorum. AB ile uyum çerçevesi içinde veya dışında insan hakları meselesini artık Türkiye'nin aşması zamanı gelmiştir. Kanunları değiştirmek yolu ile bu amaca varmak zor, çünkü inanılmaz uygulama engelleri çıkıyor. En iyisi kanunların, uygulamaların ve mahkeme kararlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olamayacağı yolunda Anayasa'ya bir hüküm eklemektir. Gerçi sözleşme şimdi de hukukumuzda kanun niteliğinde sayılıyor, fakat bu olgu çok nadiren uygulamayı etkiliyor.
* * *
Diğer önceliklere yer kalmadı. Gelecek yazılarda konuya döneceğim.