3 Ekim ve Kıbrıs’ta çözüm

12 Ekim’deki ‘Kıbrıs konusunda vehimler ve gerçekler’ başlıklı yazımda Kıbrıs sorununun çözümsüz kalmasının AB ile 3 Ekim’de başlayan müzakereler açısından yarattığı güçlüklerin bir kısmına değinmiştim.

Sorunun odaklandığım yönü daha çok Gümrük Birliği’ni Güney Kıbrıs’a da teşmil eden protokolden kaynaklanan pürüzlerdi.

Görülüyor ki protokolün TBMM’ce onaylanması ve onaylandığı takdirde uygulanması konusunda hükümetin gayet kesin bir tutumu var. Başbakan ve Dışişleri Bakanı tereddüde yer bırakmayacak bir lisanla KKTC üzerindeki ulaşım kısıtlamaları kalkmadıkça Türk limanlarının Rum gemilerine ve uçaklarına açılmayacağını yeniden beyan ettiler. Demek ki 2006 yılında Kıbrıs konusunda ilkönce bu açmaz ile karşılaşacağız.

***

Türkiye’nin limanlar konusundaki direnişinin müzakerelerin seyrini ne ölçüde etkileyeceğini zaman gösterecek. Fakat AB Konseyi, onayladığı Müzakere Çerçevesi’ne sadık kalırsa, tepkinin müzakere sürecini rayından çıkarması olasılığı kuvvetlidir. Kaldı ki Müzakere Çerçevesi belgesinde, Türkiye’den, gözden kaçmaması gereken bir talep daha var: Türkiye’nin Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüme ve Güney Kıbrıs ile ikili ilişkilerin normalleşmesine elverişli bir ortamın yaratılmasına katkıda bulunması. Bu yazılış biçimi Kıbrıs’taki Türk kuvvetlerinin bir kısmının çekilmesi dahil geniş bir talep yelpazesinin ileri sürülebilmesine kapıyı açık bırakmaktadır.

***

Kuşkusuz Kıbrıs’a ilişkin bütün mevcut ve olası güçlüklerden kurtulmanın başlıca çaresi meselenin bir an önce çözüme kavuşturulmasıdır. Peki bu alanda görünebilir bir istikbalde ilerleme pespektifi var mı? Şimdilik gözükmüyor. Bir ara BM Genel Sekreteri’nin Güney Kıbrıs ile KKTC arasındaki müzakere sürecini bir an önce canlandırması üzerinde duruluyordu. Genel Sekreter’in bir inisiyatifinin Güney Kıbrıs’ın tanınması ve Gümrük Birliği’nin koşulsuz uygulanması yönündeki baskıyı azaltacağı düşünülmüştü. Özellikle KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talát, Papadopulos’un bilinen çok menfi tutumuna rağmen, Annan’ın KKTC halkının referandumda kabul ettiği plan temelinde müzakere sürecini yeniden başlatmak üzere atılımda bulunmasının faydasına inanıyordu. Fakat galiba Ankara’da şimdi başka rüzgárlar esiyor.

***

Papadopulos’un uzlaşmaz pozisyonu değişmeden müzakerelere girişilmesinin olsa olsa Annan planı parametrelerinden Türkiye’nin özlü ödün vermesi için baskı fırsatı yaratacağı endişesi var. Geçersiz sayılamayacak bu kaygıdan hareketle çözüm ortamının düzelmesini, hatta Güney Kıbrıs’ta başkanlık seçiminin yapılacağı 2007 yılını beklemenin daha akılcı olacağı görüşü zannedersen ağır basıyor.

Kısa vadeli olarak ise KKTC üzerindeki izolasyonların kaldırılmasını isteyen BM Genel Sekreteri’nin Mayıs 2004 tarihli raporunun Güvenlik Konseyi’nce benimsenmesine ve bu yoldan AB üzerinde tazyik imkánı yaratılmasına çalışılacak. Bu da zor, Güvenlik Konseyi’nde Güney Kıbrıs’ın dostları var. Üstelik Yunanistan halen Konsey üyesi. Konsey’den karar çıksa bile AB’yi bağlayacak nitelikte olmayacak.

***

Kolay bir çıkış yolu yok. Diplomatik tıkanıklıkların yanı sıra çözümün gecikmesinin KKTC’deki iç gelişmeleri nasıl etkileyeceği de iyi teşhis edilmelidir. Çok karmaşık bir denklemi çözmek durumundayız. Hükümetin bunun gerektirdiği kapsamlı, tutarlı ve yaratıcı bir politikası olduğunu gösteren emareler fazla değil.
Yazarın Tüm Yazıları